FELSEFE ÜZERİNE-Zdanov’dan Derlemeler

Giriş Yerine
aşağıda A. A. Jdanov’un ‘ Edebiyat Müzik ve Felsefe Üzerine’ başlıklı kitabınının ‘Sovyet Felsefe İşçileri Konferansında Konuşma’ bölümününden bir derleme sunacağız.

‘G. F. Aleksandrov’un Batı Felsefesi Tarihi adlı ders kitabının yayınlanması’ ‘Sovyetler Birliği’nde geniş bir tartışmaya yol açtı’, bu tartışmaların bir parçası olarak ‘ 24 Haziran 1947’de, bu kitabın eleştirisinin yapıldığı bir konferans toplandı. Jdanov’un konuşması işte bu konferansta yapılmıştır.’
Biz bu kitabın ‘Sovyet Felsefe İşçileri Konferansında Konuşma’ bölümünün Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek—Londra Bürosu Ağustos 2010 tariihli ‘Elektronik Tarama ve e-kitap’ formatını kullanacağız.
Orijinal kaynak: Kaynak Yayınları, Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti., Birinci Basım: Bora Yayınları, Şubat 1977, İkinci Basım: Temmuz 1996. İngiltere’de yayımlanan On Literature, Music and Philosophy (Lawrence and Wishart, 1950) adlı kitaptan dilimize çevrilmiştir.

Konuşmanın bize sunduğu en önemli bilgi, Sovyetler Birliğinde felsefe tarihi konusunda bir ders kitabının, bir el kitabının hazırlanmakta olmasıdır.

Bu kitabın nasıl bir kitap olması gerektiği konusunu ele aldığımızda, bu projenin yerine getirilmediği, Sovyet ve Dünya komunistlerine böyle bir ders kitabının hazırlanmadığı ve dahası Aleksandrov’umcu felsefe yazınlarının her tarafta yayıldığı görülecektir.

Tüm alanlarda olduğu gibi felsefe alanında da Marksizmin tüm düşmanlarına karşı savaşın yeniden başlatılması gerektiği açıktır!

‘Marx ve Engels’in keşfi; eski felsefenin, yani dünyanın genel bir açıklamasını yapmak iddiasında olan felsefenin sonu demektir.

Aleksandrov yoldaşın belirsiz ifadeleri, Marx ve Engels’in felsefi keşiflerinin büyük devrimci anlamını bulandırmaktadır; çünkü o, Marx’ı önceki filozoflarla birleştiren unsurları vurgularken, Marx’la birlikte felsefe tarihinde yepyeni bir dönemin, felsefenin ilk kez bir bilim haline geldiği bir dönemin başladığını belirtmeyi ihmal ediyor.’

ZDANOV
1. FELSEFE DERS KİTABI

Bu, kuşkusuz, doğal ve iyi bir şeydir. Felsefe tarihi konusunda bir ders kitabının, bu alandaki ilk Marksist ders kitabının hazırlanması, bilimsel ve siyasal önemi çok büyük olan bir görevdir.
Yoldaşlar, Aleksandrov yoldaşın kitabı üzerindeki tartışma, yalnızca kitapla sınırlı kalmamıştır. Felsefe cephesinin daha genel sorunlarını kapsayacak biçimde yaygınlık ve derinlik kazanmıştır. Tartışma, felsefe alanındaki bilimsel çalışmamızın durumu konusunda yapılan “ülke çapında bir konferans haline gelmiştir. Bu, kuşkusuz, doğal ve iyi bir şeydir. Felsefe tarihi konusunda bir ders kitabının, bu alandaki ilk Marksist ders kitabının hazırlanması, bilimsel ve siyasal önemi çok büyük olan bir görevdir. Bu nedenle Merkez Komitesinin soruna bunca önem vermesi ve bu tartışmayı düzenlemesi bir rastlantı değildir.
Felsefe tarihiyle ilgili iyi bir ders kitabının hazırlanması, aydınlarımızı, kadrolarımızı, gençliğimizi yeni, güçlü bir ideolojik silahla donatmak ve aynı zamanda Marksist-Leninist felsefenin gelişmesinde ileri bir adım atmak demektir. Böyle bir ders kitabının kıstaslarını yüksek tutmanın gerekliliğine de tartışmada değinildi. Dolayısıyla tartışma alanının genişletilmesi iyi oldu. Yalnızca ders kitabının değerlendirilmesi ile ilgili sorunları ele almakla kalmayıp felsefe çalışmasının daha geniş sorunlarını da tartıştığımız için, elde ettiğimiz sonuçlar kuşkusuz çok önemli olacaktır.” S1

  1. FELSEFE TARİHİ DERS KİTABININ İÇERİK VE YÖNTEMI.
    Bu ders kitabının içerik ve yöntemi şöyle olmalıdır:
    ‘1) Konunun, bir bilim olarak felsefe tarihinin açık seçik bir tanımının yapılması gerekir.
    2) Ders kitabı bilimsel olmalıdır; yani, diyalektik ve tarihi materyalizmin günümüzde ulaştığı temel başarılara dayanmalıdır.
    3) Felsefe tarihi kuru ve cansız değil yaratıcı bir biçimde yazılmalıdır; doğrudan doğruya güncel görevlerle bağlantılı olmalı, onların açıklığa kavuşturulmasını sağlamalı ve felsefenin daha da gelişmesinin yönelimine ışık tutmalıdır.
    4) Sözü edilen olguların tamamen doğrulanmış olması gerekir.
    5) Üslubu açık, kesin ve ikna edici olmalıdır.’ S3
    ‘Felsefe tarihi konusundaki bir ders kitabının bence en temel olan şu koşullara uygun olmasını beklemek hakkımızdır:
    1) Konunun, bir bilim olarak felsefe tarihinin açık seçik bir tanımının yapılması gerekir.
    2) Ders kitabı bilimsel olmalıdır; yani, diyalektik ve tarihi materyalizmin günümüzde ulaştığı temel başarılara dayanmalıdır.
    3) Felsefe tarihi kuru ve cansız değil yaratıcı bir biçimde yazılmalıdır; doğrudan doğruya güncel görevlerle bağlantılı olmalı, onların açıklığa kavuşturulmasını sağlamalı ve felsefenin daha da gelişmesinin yönelimine ışık tutmalıdır.
    4) Sözü edilen olguların tamamen doğrulanmış olması gerekir.
    5) Üslubu açık, kesin ve ikna edici olmalıdır.’ S3

  2. ESKİ (BİLİMLERİN BİLİMİ OLAN) FELSEFENİN ÖLMESİ
    Herşeyden once şu tespit edilmelidir ki, bilimlerin bilimi olarak felsefe, eski felsefe ölmüştür.
    ‘Yazarın, “felsefe tarihi, insanın kendini çevreleyen dünya konusundaki bilgisinin gelişmesinin, ilerlemesinin tarihidir” şeklindeki düşüncesini kabul edecek olursak, bu, felsefe tarihinin genel olarak bilimin tarihiyle çakıştığını ve bu durumda felsefenin bilimlerin bilimi olduğunu kabul ettiğimiz anlamına gelir. Bu düşünce ise Marksizm tarafından çok önce reddedilmişti.’ S4
    ‘Diyalektik materyalizmin, artık diğer bilimlerin üstünde olan bir felsefeye ihtiyacı yoktur.’ S4 (Lenin’den)
    ‘Bu durumda, yazarın, dikkatini Marksizmde yeni ve devrimci olan unsurlar üzerinde değil de, Marksizmi Marksizm-öncesi felsefenin gelişmesine bağlayan unsurlar üzerinde toplaması, daha da gariptir. Oysa Marx ve Engels kendi keşiflerinin, eski felsefenin sonu anlamına geldiğini belirtmişlerdi.’ S6

    ‘“ ... Felsefenin bu şekilde ifade edilen amacının, ancak bütün insanlık tarafından ilerleme ve gelişme içinde yerine getirilebilecek olan bir görevin, bir tek filozofa verilmesinden başka bir anlama gelmediğini kavradığımız andan itibaren, bugüne kadar kabul edilegelmiş anlamıyla felsefe son bulmuş demektir. Bu yolla ya da herhangi bir tek birey tarafından elde edilemeyecek olan ‘mutlak gerçeği’ kovalamak yerine, müsbet bilimlerin yolundan giderek, ulaşılabilir, göreli gerçekleri kovalamak ve bu bilimlerin yargılarını diyalektik düşünce aracılığıyla özetlemek gerekir.” (F. Engels, Ludwig Feuerbach, s. 25.) S8
    Marx ve Engels’in keşfi; eski felsefenin, yani dünyanın genel bir açıklamasını yapmak iddiasında olan felsefenin sonu demektir. S8
    Önceki felsefe sistemlerinden farklı olarak Marksist felsefe, diğer bilimlerin üzerinde bir bilim değildir; S9

  3. BİLİMSEL FELSEFENİN TARİHİ
    ‘Bilimsel felsefe tarihi, bilimsel materyalist dünya görüşünün ve onun yasalarının doğuşunun ve gelişmesinin tarihidir.’
    ‘Yazarın, “felsefe tarihi, insanın kendini çevreleyen dünya konusundaki bilgisinin gelişmesinin, ilerlemesinin tarihidir” şeklindeki düşüncesini kabul edecek olursak, bu, felsefe tarihinin genel olarak bilimin tarihiyle çakıştığını ve bu durumda felsefenin bilimlerin bilimi olduğunu kabul ettiğimiz anlamına gelir. Bu düşünce ise Marksizm tarafından çok önce reddedilmişti.’ S4
    ‘Aynı şekilde yazarın, felsefe tarihinin birçok çağdaş düşüncenin doğmasının ve gelişmesinin tarihi olduğu şeklindeki iddiası da doğru değildir; çünkü, burada “çağdaş” kavramı “bilimsel” kavramıyla özdeş tutulmuştur ve bu da doğal olarak yanlıştır.’S4
    ‘Sonuç olarak bilimsel felsefe tarihi, bilimsel materyalist dünya görüşünün ve onun yasalarının doğuşunun ve gelişmesinin tarihidir. Materyalizm, idealist akımlara karşı mücadele içinde geliştiği için, felsefe tarihi de materyalizmin idealizme karşı mücadele tarihidir.’ S5
    ‘Yazar, felsefe tarihini ve felsefe düşünce ve sistemlerinin gelişmesini, nicelik değişikliklerinin birikimi yoluyla gerçekleşen düz ve evrimsel bir süreç olarak tanımlıyor. Marksizmin, basit bir biçimde, daha önceki ilerici öğretilerin, esas olarak Fransız materyalistlerinin, İngiliz ekonomi-politikçilerinin ve Hegel’in idealist okulunun öğretilerinin bir devamı olduğu izlenimi yaratılıyor.’ S5
    ‘475. sayfada yazar, Marx ve Engels’ten önceki felsefe teorilerinin zaman zaman büyük keşifler oluşturmakla birlikte vardıkları bütün sonuçların tümüyle tutarlı ve bilimsel olmadığını söylüyor. Böyle bir tanım Marksizmi Marksizm öncesi felsefe istemlerinden yalnızca bütün sonuçları tümüyle tutarlı ve bilimsel bir teori olmasıyla ayırır. Sonuç olarak da Marksizm ile Marksizm öncesi felsefe öğretileri arasındaki fark yalnızca ikincisinin tamamen tutarlı ve bilimsel olmayışına indirgenmiş olur; eski düşünürler yalnızca “yanılmışlardır”.’ S5
    ‘Gördüğünüz gibi burada yalnızca bir nicelik değişmesi sorunu vardır. Ne var ki, bu metafizik bir anlayıştır.’ S5
    ‘Marksizmin doğuşu felsefede gerçek bir keşif, bir devrimdir. Her keşif, her sıçrama, süreçteki her kesinti, yeni bir duruma her geçiş gibi Marksizm de daha önceki nicelik birikimi olmadan, bu durumda, felsefenin Marx ve Engels’in keşiflerinden önceki gelişme aşamaları olmadan ortaya çıkamazdı. Ne var ki, yazarın, Marx ve Engels’in, ne kadar ileri olursa olsunlar daha önceki bütün felsefe sistemlerinden nitelik bakımından farklı, yeni bir felsefe yarattıklarını kavramadığı açıktır’ S6
    ‘Sonuç olarak bilimsel felsefe tarihi, bilimsel materyalist dünya görüşünün ve onun yasalarının doğuşunun ve gelişmesinin tarihidir. Materyalizm, idealist akımlara karşı mücadele içinde geliştiği için, felsefe tarihi de materyalizmin idealizme karşı mücadele tarihidir.’ S5
    Aleksandrov yoldaşın belirsiz ifadeleri, Marx ve Engels’in felsefi keşiflerinin büyük devrimci anlamını bulandırmaktadır; çünkü o, Marx’ı önceki filozoflarla birleştiren unsurları vurgularken, Marx’la birlikte felsefe tarihinde yepyeni bir dönemin, felsefenin ilk kez bir bilim haline geldiği bir dönemin başladığını belirtmeyi ihmal ediyor. S8
    Proletaryanın bilimsel dünya görüşü olarak Marksizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, felsefenin tek tek bireylerin uğraşı, hayattan ve halktan kopuk ve halka yabancı bir avuç filozof ile müritlerinden oluşan felsefe okullarının malı olduğu o eski felsefe tarihi dönemi kapanmaktadır. S9
    Dolayısıyla Marksist diyalektik yöntem artık var olduğuna göre felsefe tarihi bu yöntemin doğuşunu hazırlayan gelişmelerin tarihini de içermeli, bu yöntemin yükselişini şekillendiren etkenleri gözler önüne sermelidir. S9
    Aleksandrov’un kitabı mantığın ve diyalektiğin tarihini vermiyor, mantık kategorilerinin insan pratiğinin bir yansıması olarak gelişmesini göstermiyor; bu nedenle Lenin’in, kitabın girişinde aktarılan, diyalektik mantığın her kategorisinin insan düşüncesinin gelişme tarihinin bir düğüm noktası olarak ele alınması gerektiği yolundaki sözü, havada kalmaktadır. S9
    Kitabın felsefe tarihini ancak Marksist felsefenin doğuşuna, yani 1848’e kadar getirmesi, kesinlikle mazur görülemez. Son yüzyıllık felsefe tarihini sunmayan bir eserin bir ders kitabı sayılamayacağı ortadadır. Ne girişte, ne de önsözde bu konuda bir açıklama bulunmadığından, yazarın bu dönemi niçin bu kadar acımasız bir şekilde budadığı anlaşılmamaktadır. S9
    Nedeni açıklanmayan bir diğer nokta da, Rus felsefesinin gelişme tarihinin kitaba alınmamış olmasıdır. Bunu koyup koymamanın bir ilke sorunu olduğunu belirtmek bile gereksizdir. Yazarı genel bir felsefe tarihine Rus felsefe tarihini katmamaya iten etkenler ne olursa olsun, bu tutum nesnel olarak Rus felsefesinin rolünün küçük görülmesi, felsefe tarihinin yapay bir biçimde Batı Avrupa felsefesi tarihi ve Rus felsefesi tarihi olarak ikiye bölünmesi anlamına gelmektedir. Yazar böyle bir ayrımın nedenini açıklamaya gerek görmüyor. Bu ayrım, burjuvazinin kültürü “Batı” ve “Doğu” kültürü olarak ikiye bölmesini sürdürmekte ve Marksizmi bölgesel bir “Batı” akımı olarak sunmaktadır. S9

  4. BİLİMLERİN BİLİMİ OLAN ESKİ FELSEFEDEN MARKSİST BiLİMSEL FELSEFEYE GEÇİŞ

    A) FELSEFE ALANINDA DEVRİM

Yazar, felsefe tarihini ve felsefe düşünce ve sistemlerinin gelişmesini, nicelik değişikliklerinin birikimi yoluyla gerçekleşen düz ve evrimsel bir süreç olarak tanımlıyor. Marksizmin, basit bir biçimde, daha önceki ilerici öğretilerin, esas olarak Fransız materyalistlerinin, İngiliz ekonomi-politikçilerinin ve Hegel’in idealist okulunun öğretilerinin bir devamı olduğu izlenimi yaratılıyor.

  1. sayfada yazar, Marx ve Engels’ten önceki felsefe teorilerinin zaman zaman büyük keşifler oluşturmakla birlikte vardıkları bütün sonuçların tümüyle tutarlı ve bilimsel olmadığını söylüyor. Böyle bir tanım Marksizmi Marksizm öncesi felsefe istemlerinden yalnızca bütün sonuçları tümüyle tutarlı ve bilimsel bir teori olmasıyla ayırır. Sonuç olarak da Marksizm ile Marksizm öncesi felsefe öğretileri arasındaki fark yalnızca ikincisinin tamamen tutarlı ve bilimsel olmayışına indirgenmiş olur; eski düşünürler yalnızca “yanılmışlardır”.
    Gördüğünüz gibi burada yalnızca bir nicelik değişmesi sorunu vardır. Ne var ki, bu metafizik bir anlayıştır. Marksizmin doğuşu felsefede gerçek bir keşif, bir devrimdir. Her keşif, her sıçrama, süreçteki her kesinti, yeni bir duruma her geçiş gibi Marksizm de daha önceki nicelik birikimi olmadan, bu durumda, felsefenin Marx ve Engels’in keşiflerinden önceki gelişme aşamaları olmadan ortaya çıkamazdı. Ne var ki, yazarın, Marx ve Engels’in, ne kadar ileri olursa olsunlar daha önceki bütün felsefe sistemlerinden nitelik bakımından farklı, yeni bir felsefe yarattıklarını kavramadığı açıktır.
    Marksist felsefenin bütün önceki felsefelerle ilişkisini ve Marksizmin felsefede gerçekleştirdiği temel değişikliği, yani onu bir bilim haline getirdiğini hepimiz biliyoruz. Bu durumda, yazarın, dikkatini Marksizmde yeni ve devrimci olan unsurlar üzerinde değil de, Marksizmi Marksizm-öncesi felsefenin gelişmesine bağlayan unsurlar üzerinde toplaması, daha da gariptir. Oysa Marx ve Engels kendi keşiflerinin, eski felsefenin sonu anlamına geldiğini belirtmişlerdi. S5-6
    Proletaryanın bilimsel dünya görüşü olarak Marksizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, felsefenin tek tek bireylerin uğraşı, hayattan ve halktan kopuk ve halka yabancı bir avuç filozof ile müritlerinden oluşan felsefe okullarının malı olduğu o eski felsefe tarihi dönemi kapanmaktadır.
    Marksizm böyle bir felsefe okulu değildir. Tam tersine o, küçük bir seçkinler zümresinin, aydınlar aristokrasinin malı olan eski felsefenin yerini almaktadır. Marksizm, felsefe tarihinde yepyeni bir dönemin, felsefenin kapitalizmden kurtulmak için savaşan proletarya kitlelerinin elinde bilimsel bir silah haline geldiği bir dönemin başladığını belirlemektedir. S9
    Önceki felsefe sistemlerinden farklı olarak Marksist felsefe, diğer bilimlerin üzerinde bir bilim değildir; tersine, bir bilimsel araştırma aracıdır, bütün doğa ve toplum bilimlerine nüfuz eden ve onlar geliştikçe kendini onların ürünleriyle zenginleştiren bir yöntemdir. Bu anlamda Marksist felsefe, bütün geçmiş felsefenin en tam ve en kesin yadsınmasıdır. Ama Engels’in önemle belirttiği gibi yadsımak, sadece “hayır” demek anlamına gelmez. Yadsımak sürekliliği kapsar, insan düşüncesi tarihinin her ileri ve ilerici ürününün yeni ve daha yüksek bir sentez içinde özümlenmesi, eleştirici bir şekilde yeniden biçimlendirilmesi ve bütünleştirilmesi anlamına gelir. S9

    B) BİLİMSEL FELSEFENİN KONUSU
    ‘Diyalektik, şimdi bilgi teorisi ya da epistemoloji adı verilen şeyi kapsar’ (Lenin, Karl Marx. )’ S4-5
    ‘Bilgi teorisi’, ‘bilginin kaynağını ve gelişmesini, bilgisizlikten bilgiye geçişi incele(meli) ve genelleştir(meli), konusunu tarihsel olarak ele alma(lıdır).” (Lenin, Karl Marx.)’ S4-

    ‘“Hegel felsefesinin bu devrimci yönü Marx tarafından benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Diyalektik materyalizmin, artık diğer bilimlerin üstünde olan bir felsefeye ihtiyacı yoktur. Daha önceki felsefeden düşünce bilimi ve onun yasaları, biçimsel mantık ve diyalektik kalmıştır. Marx’ın anladığı biçimde ve Hegel’in de anlayışına uygun olarak diyalektik, şimdi bilgi teorisi ya da epistemoloji adı verilen şeyi kapsar; bilgi teorisinin de, bilginin kaynağını ve gelişmesini, bilgisizlikten bilgiye geçişi inceleyerek ve genelleştirerek, konusunu tarihsel olarak ele alması gerekir.” (Lenin, Karl Marx.)’ S4-5
    bizzat felsefenin konusunun sürekli olarak değiştiğini göz ardı etmesidir; oysa bu olgu, insan bilgisinin diyalektik niteliğine tamamen uygundur ve bu noktanın bütün gerçek diyalektikçiler için açık olması gerekir. S6
    Peki ama, eski Yunanlıların felsefesinin özel, ayrışmış bir bilgi dalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. S6
    Felsefenin gelişmesinin kendine özgü niteliği, doğaya ve topluma ilişkin bilimsel bilgi geliştikçe müsbet bilimlerin birbiri ardından felsefeden ayrılmış olmalarında yatar. Dolayısıyla felsefenin alanı, müsbet bilimlerin gelişmesi sonucu sürekli olarak daralmıştır. (Bu sürecin bugün bile sona ermemiş olduğunu ekleyebilirim.) Doğa ve toplum bilimlerinin bu şekilde felsefenin vesayetinden kurtuluşu, gerek doğa ve toplum bilimleri için, gerekse felsefenin kendisi için bir ilerleme oluşturmaktadır. S6
    Önceki felsefe sistemlerinden farklı olarak Marksist felsefe, diğer bilimlerin üzerinde bir bilim değildir; tersine, bir bilimsel araştırma aracıdır, bütün doğa ve toplum bilimlerine nüfuz eden ve onlar geliştikçe kendini onların ürünleriyle zenginleştiren bir yöntemdir. Bu anlamda Marksist felsefe, bütün geçmiş felsefenin en tam ve en kesin yadsınmasıdır. S9
    Dolayısıyla Marksist diyalektik yöntem artık var olduğuna göre felsefe tarihi bu yöntemin doğuşunu hazırlayan gelişmelerin tarihini de içermeli, bu yöntemin yükselişini şekillendiren etkenleri gözler önüne sermelidir. S9
    Aleksandrov’un kitabı mantığın ve diyalektiğin tarihini vermiyor, mantık kategorilerinin insan pratiğinin bir yansıması olarak gelişmesini göstermiyor; bu nedenle Lenin’in, kitabın girişinde aktarılan, diyalektik mantığın her kategorisinin insan düşüncesinin gelişme tarihinin bir düğüm noktası olarak ele alınması gerektiği yolundaki sözü, havada kalmaktadır. S9
    Felsefenin ve felsefe tarihinin temel görevlerinden birinin, felsefenin bir bilim olarak gelişimini sürdürmek, yeni yasalar bulup çıkarmak, felsefenin önermelerini pratikte sınamak, eski tezlerin yerine yenilerini koymak olduğunu hiçbir yerde belirtmiyor………………… Bu, felsefe biliminin Marksist-Leninist tanımına, her bilim gibi bu bilimin de sürekli olarak geliştirilmesi, yetkinleştirilmesi, yeni önermelerle zenginleşirken eskimiş olanları da atması gereğine uymamaktadır. S21
    Yazar konunun pedagojik yönleri üzerinde yoğunlaşmakla, sanki Marksizm-Leninizm şimdiden doruğuna ulaşmış ve teorimizi geliştirmek artık önemli bir görev olmaktan çıkmış gibi, bilimin gelişmesine sınırlar koyuyor. Böyle bir mantık Marksizm-Leninizmin ruhuyla bağdaşmaz, çünkü Marksizmi metafizik bir biçimde, tamamlanmış ve yetkinleştirilmiş bir teori olarak sunmaktadır; bu, yalnızca, canlı ve derin felsefi düşüncenin kurumasına yol açar. S21

    C) FELSEFE VE DOĞA BİLİMLERİ

Yazarın, felsefe tarihinin doğa bilimlerinin başarılarından kopuk olarak anlatılmasının felsefe tarihi bilimine doğrudan zarar vereceği dönemde, doğa bilimlerinin kaydettiği gelişmeyi anlatışı da yetersizdir. Aleksandrov yoldaş, bilimsel materyalizmin çağdaş doğa biliminin ürünlerinin oluşturduğu granitten temel üzerinde doğması ve gelişmesinin koşullarını açıklığa kavuşturamamaktadır.
Aleksandrov felsefe tarihini anlatırken, onu doğa bilimlerinin tarihinden koparmayı her nasılsa başarıyor. Kitabın temel hareket noktalarının açıklandığı girişin, felsefe ile doğa bilimleri arasındaki karşılıklı ilişkiden hiç söz etmemesi tipiktir. Yazar, bu konuda susmanın aslında olanaksız olduğu hallerde bile doğa bilimlerinin sözünü etmeden geçiyor. Örneğin 9. sayfada şöyle yazıyor: S22
Öte yandan Partimiz, felsefi çalışmamızın bir atılım yapmasına adı olarak ihtiyaç duymaktadır. Her geçen günün sosyalist hayatımıza getirdiği hızlı değişiklikler filozoflarımız tarafından genelleştirilmemekte, Marksist diyalektik açısından aydınlatılmamaktadır. Bu, felsefe biliminin gelişmeye devam etmesinin koşullarını daha da güçleştirmektedir. Dolayısıyla felsefi düşüncenin gelişmesi, büyük ölçüde profesyonel filozoflarımızın dışında meydana gelmektedir. Buna kesinlikle izin yerilemez. S28
Felsefe tarihi ders kitabı gibi bir eserin yaratılmasının tek bir kişinin gücünü aştığı ve Aleksandrov yoldaşın daha başından itibaren diyalektik materyalistlerden, tarihsel materyalistlerden, tarihçilerden, doğa bilimcilerinden ve iktisatçılardan oluşan geniş bir yazarlar çevresine başvurmuş olmasının gerektiği açıktır. Aleksandrov yoldaş çok sayıda yetenekli insandan oluşan böyle geniş bir gruba dayanmamakla, kitabının hazırlanmasında yanlış bir yöntem seçmiştir. S29
Bu hata düzeltilmelidir. Kuşkusuz felsefi bilgi, kolektif olarak bütün Sovyet filozoflarının malıdır. Çok sayıda yazarı işe katma yöntemi, şimdi yakın gelecekte hazır olması beklenen ekonomi-politik ders kitabının hazırlanmasına uygulanmaktadır. Bu çalışmaya yalnızca iktisatçılardan değil, aynı zamanda tarihçi ve filozoflardan oluşan geniş çevreler de dahil edilmiştir. En güvenilir yaratıcı çalışma yöntemi budur. S29
Bu, aynı zamanda başka bir fikri, genel bilimsel önem taşıyan geniş kapsamlı sorunların çözümü için, şu anda birbirleriyle yetersiz ilişkileri olan, çeşitli ideolojik alanlarda çalışan işçilerin çabalarının birleştirilmesi fikrini içermektedir. Bu, ideolojinin çeşitli dallarındaki işçilerin karşılıklı olarak birbirlerini etkileyen bir faaliyet göstermelerini sağlamakta ve keşmekeş içinde değil örgütlü ve birleşik bir şekilde ilerlememizi, dolayısıyla başarı kazanmak için en elverişli koşullara sahip olmamızı güvence altına almaktadır. S29
Diyalektiğin bize öğrettiği gibi gelişme sürecinin içsel özü karşıtların mücadelesi, eski ile yeni, ölenle doğan, çürüyen ile gelişen arasındaki mücadele olduğuna göre, bizim Sovyet felsefemiz bu diyalektik yasasının sosyalist toplum koşullarında nasıl işlediğini, işleyişinin özgül niteliklerinin neler olduğunu ortaya koymalıdır. S30
Diyalektiğin bize öğrettiği gibi gelişme sürecinin içsel özü karşıtların mücadelesi, eski ile yeni, ölenle doğan, çürüyen ile gelişen arasındaki mücadele olduğuna göre, bizim Sovyet felsefemiz bu diyalektik yasasının sosyalist toplum koşullarında nasıl işlediğini, işleyişinin özgül niteliklerinin neler olduğunu ortaya koymalıdır. Sınıflı bir toplumda bu yasanın Sovyet toplumumuzdan farklı bir şekilde işlediğini biliyoruz. İşte geniş bir bilimsel araştırma alanı; oysa filozoflarımızdan hiçbiri bu alana el atmamıştır. Oysa Partimiz, sosyalist toplumun çelişmelerinin (bu çelişmeler vardır ve felsefe bu çelişmeleri ele almaktan kaçınamaz,) ortaya çıkarılması ve çözümlenmesinin, Sovyet toplumunda eski ile yeni, ölenle doğan arasındaki. mücadelenin eleştiri ve özeleştiri olarak bilinen o özel biçimini çoktan . keşfetmiş ve sosyalizmin hizmetine koymuştur. S30

7. YENİ KANUN
Diyalektiğin bize öğrettiği gibi gelişme sürecinin içsel özü karşıtların mücadelesi, eski ile yeni, ölenle doğan, çürüyen ile gelişen arasındaki mücadele olduğuna göre, bizim Sovyet felsefemiz bu diyalektik yasasının sosyalist toplum koşullarında nasıl işlediğini, işleyişinin özgül niteliklerinin neler olduğunu ortaya koymalıdır. Sınıflı bir toplumda bu yasanın Sovyet toplumumuzdan farklı bir şekilde işlediğini biliyoruz. İşte geniş bir bilimsel araştırma alanı; oysa filozoflarımızdan hiçbiri bu alana el atmamıştır. Oysa Partimiz, sosyalist toplumun çelişmelerinin (bu çelişmeler vardır ve felsefe bu çelişmeleri ele almaktan kaçınamaz,) ortaya çıkarılması ve çözümlenmesinin, Sovyet toplumunda eski ile yeni, ölenle doğan arasındaki. mücadelenin eleştiri ve özeleştiri olarak bilinen o özel biçimini çoktan . keşfetmiş ve sosyalizmin hizmetine koymuştur. S30

Düşman sınıfların ortadan kaldırılmış olduğu Sovyet toplumumuzda, eski ile yeni arasındaki mücadele ve dolayısıyla daha aşağı düzeylerden daha yukarı düzeylere doğru gelişme, kapitalizmde olduğu gibi düşman sınıflar arasındaki mücadele ve büyük sarsıntılar biçimini değil, gelişmemizin gerçek itici gücü ve Partinin elindeki güçlü bir araç olan eleştiri-özeleştiri biçimini almaktadır. Bunun yeni bir hareket biçimi, yeni tip bir gelişme, yeni bir diyalektik yasa olduğu su götürmez. S30

8) TARAFLILIK VE MUCADELE Önemli olan şudur: Yazar, Çernişevski’ye, farklı ve birbirleriyle çelişen felsefe sistemlerinin kurucularının birbirlerine karşı hoşgörülü davranmaları gerektiğini kanıtlamak için başvuruyor.
Yazar bu alıntıyı hiçbir kayıt kaymadan sunduğuna göre, bunun kendi bakış açısını yansıttığını kabul etmek gerekir. Eğer bu doğruysa, yazar, felsefenin taraflı bir nitelik taşıdığı yolundaki Marksist-Leninist ilkeyi fiilen reddediyor demektir.
Marksizm-Leninizmin, materyalizmin bütün düşmanlarına karşı, en şiddetli bir mücadeleyi ne büyük bir coşku ve uzlaşmazlıkla yürütmüş olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu mücadelede Marksist-Leninistler, rakiplerini amansızca eleştirirler. Lenin’in Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm adlı eseri, materyalizmin düşmanlarına karşı verilen Bolşevik mücadelenin bir örneğidir; bu kitabın her cümlesi, bir düşmanı delip geçen bir kılıç gibidir. Lenin şöyle yazmaktadır:
“Marx’ın ve Engels’in dehası, tam da uzun bir dönem, nerdeyse yarım yüzyıl boyunca, materyalizmi geliştirmiş ve bir temel felsefi akımı ilerletmiş olmalarında, daha önce çözülmüş olan epistemolojik sorunları tekrarlamakla yetinmeyip, bu materyalizmi toplum bilimleri alanında tutarlı bir şekilde uygulamış ve nasıl uygulanacağını göstermiş—ve gösterişli safsataları, felsefede ‘yeni’ bir çizgi ‘keşfetmek’, ‘yeni’ bir eğilim kat etmek, vb. yolundaki sayısız girişimleri süprüntü ve döküntü olarak acımasızca bir kenara .atmış olmalarında yatmaktadır...
“Son olarak, Marx’ın Kapital’deki ve diğer eserlerindeki çeşitli felsefi sözlerini alalım; bunların hepsi, değişmez bir ana fikir olarak materyalizm üzerinde durmakta ve her çeşit gizemciliği, her belirsizliği ve idealizm yönündeki her sapmayı büyük bir aşağılamayla mahkum etmektedir. Marx’ın bütün felsefi sözleri bu temel karşıtlar çevresinde dönmektedir ve profesyonel felsefe açısından zaaflarını da bu ‘darlık’ ve ‘tek-yanlılık’ oluşturmaktadır.” (V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm).
Bildiğimiz gibi Lenin, rakiplerine acımazdı. Felsefi eğilimler arasındaki çelişmeleri belirsizleştirmek ve uzlaştırmak yolundaki bütün girişimleri, gerici akademik felsefenin bir tuzağı olarak görürdü. Bütün bunlardan sonra Aleksandrov yoldaş nasıl oluyor da bu kitapta felsefi düşmanlarımıza karşı bu kadar dişsiz bir tutumun savunucusu olarak karşımıza çıkabiliyor? Marksizm, idealist eğilimin bütün temsilcilerine karşı amansız bir mücadele içinde doğmuş, gelişmiş ve zafere ulaşmışken, Aleksandrov yoldaş nasıl oluyor da akademik sözde-nesnelciliğe böyle sınırsız övgüler düzebiliyor? S11-12-13
Aleksandrov yoldaş bununla da kalmıyor, kendi nesnelci fikirlerini bütün kitap boyunca uyguluyor. Dolayısıyla Aleksandrov yoldaşın, herhangi bir burjuva filozofunu eleştirmeden önce onun olumlu yanları önünde eğilmesi ve hatırasına mum dikmesi bir rastlantı değildir. Örneğin Fourier’nin insanlığın gelişmesindeki dört aşama öğretisini ele alalım.
,,, Bütün bunların Marksist tahlille en küçük bir ilgisi yoktur. Fourier’nin teorisi, neye göre bir ileri adımı ifade etmektedir? Eğer bu teorinin sınırlılığı, insanlığın gelişmesinin ayrıldığı dört aşamadan dördüncüsünün alçalan dağılma olması ve bundan sonra yeryüzündeki bütün hayatın sona ermesi ise, o zaman yazarın Fourier’yi toplumsal gelişme teorisini dört aşamayla sınırladığı için eleştirmesini nasıl anlayabiliriz? İnsanlık için beşinci aşamanın ancak öbür dünya olabileceği açık değil midir?
Aleksandrov yoldaş, hemen her geçmiş filozof hakkında söyleyecek iyi bir şeyler buluyor. Söz konusu burjuva filozofu ne kadar ünlüyse, ona yağdırılan iltifatlar da o kadar büyük oluyor. Bütün bunlar Aleksandrov yoldaşın, belki kendisi bile farkına varmaksızın, her filozofun her şeyden önce bir meslektaş ve ancak ikincil olarak bir rakip olduğu varsayımından hareket eden burjuva tarihçilerinin tutsağı olduğunu gösteriyor. Bu gibi anlayışla bizim aramızda yerleştiği takdirde bizi kaçınılmaz olarak nesnelciliğe, burjuva filozoflarına köleliğe ve onların hizmetlerini abartmaya, felsefemizin militan ve atılgan ruhundan vazgeçmeye götürür. Ve bu, materyalizmin temel ilkelerinden, onun taraflı tavrından ayrılmak anlamına gelir. Oysa Lenin bize şunu öğretiyor:

“... materyalizm, sözgelimi, bir parti tavrını, yani herhangi bir olayı değerlendirirken açıkça ve dürüst olarak belli bir toplumsal grubun bakış açısını benimseme yükümlülüğünü içerir.”

Felsefi görüşlerin Aleksandrov’un kitabındaki sunuluşu soyut, nesnelci ve tarafsızdır. Kitapta felsefe okulları birbirinin peşi sıra ya da birbirinin yanı sıra sergilenmekte, ama birbirlerine karşı mücadele içinde gösterilmemektedir. Bu tutum da akademik profesörlerin “eğitimine” boyun eğmektir. Bu noktaya ilişkin olarak, yazarın felsefede taraflılık ilkesini açıklayış biçiminin yeterli olmamasının, bir rastlantı sonucu olmadığı anlaşılmaktadır. Yazar felsefede taraflılığa bir örnek olarak Hegel’in felsefesini gösteriyor; ona, göre düşman felsefeler arasındaki mücadele, Hegel’in felsefesinin kendi içindeki gerici ve ilerici ilkelerin mücadelesinde somutlanıyor. Böyle bir örnekleme yönteminin sadece nesnelci eklektizm olmakla kalmayıp, Hegel’i süslediği de açıktır; çünkü bu yolla, Hegel’in felsefesinin gerici olduğu kadar ilerici bir içerik de taşıdığı gösterilmek istenmiş olmaktadır.
Bu noktayı sonuca bağlarken, Aleksandrov yoldaşın çeşitli felsefe sistemlerini “olumlu yanlarının yanı sıra eksiklikleri de vardır”, “şu teori de önemlidir”, vb. şeklinde değerlendirme yönteminin son derece belirsiz ve metafizik olduğunu ve sorunu bulandırmaktan başka bir sonuç veremeyeceğini de eklemeliyim. Aleksandrov yoldaşın düşmanlarımıza karşı mücadelede uzlaşmaz bir tavır almamızı talep eden temel materyalist ilkeyi unutarak eski burjuva okullarının akademik bilimsel eğilimleri önünde boyun kırmayı yeğlemesi, tamamen anlaşılmaz bir konudur. S14-15
Son bir söz daha. Felsefe sistemleri konusundaki eleştirici bir incelemenin belli bir yönelimi olmalıdır. Çoktan ölmüş ve gömülmüş felsefi görüş ve fikirlere fazla önem verilmemelidir. Öte yandan, gerici nitelikleri bir yana, bugün yaşayan ve Marksizmin düşmanları tarafından kullanılmakta olan felsefi sistem ve fikirler özellikle şiddetli bir şekilde eleştirilmelidir. Bu gruba özellikle yeni-Kantçılık, teoloji, bilinemezciliğin eski ve yeni türleri, çağdaş doğa bilimine Tanrıyı sokuşturma girişimleri ve bayatlamış idealist malları yeniden ısıtıp piyasaya sürmeyi amaçlayan başka her çeşit tarife girmektedir. Emperyalizmin felsefe alanındaki uşaklarının korku içindeki efendilerini desteklemek için bugün yararlanmakta olduğu cephanelikte, işte bunlar vardır. S16

9. BURJUVAZİNİN YOZ İDEOLOJİSİ

Şimdi kaybedilmiş zamanı hızla telafi etmeliyiz. Sorunlar bizi beklemez. Sosyalizmin Büyük Yurtsever Savaş’ta kazandığı parlak zafer aynı zamanda Marksizmin parlak bir zaferi olmuştur ve emperyalistler bunu hazmedememektedirler. S32
Bugün Marksizme karşı mücadelenin merkezi, Amerika ve İngiltere’ye kaymıştır. Cehaletin ve gericiliğin bütün güçleri bugün Marksizme karşı mücadelenin hizmetine konmuştur. Atom ve dolar demokrasisinin araçları, karanlığın ve kilisenin eskimiş zırhları: Vatikan ve ırkçı teoriler, kudurgan milliyetçilik ve çürümüş idealist felsefe, satılık sarı basın ve yoz burjuva sanatı tekrar piyasaya çıkarılmakta ve burjuva felsefesinin hizmetine verilmektedir.
Ama anlaşılan bütün bunlar bile yetmiyor. Bugün, Marksizme karşı “ideolojik” mücadele bayrağı altında, geniş yedekler seferber edilmektedir. Gangsterler, muhabbet tellalları, casuslar ve caniler işe koşulmaktadır. S32

10) ESKİ FELSEFE
Yazarın, felsefenin tarihsel gelişme sürecini kavramadığı açıktır. Kitabın başlıca kusuru değilse bile önemli kusurlarından biri, tarihsel süreç içinde yalnızca şu ya da bu felsefi soruna ilişkin görüşlerin değişmekle kalmadığını, aynı zamanda bizzat bu sorunların kapsamının, bizzat felsefenin konusunun sürekli olarak değiştiğini göz ardı etmesidir; oysa bu olgu, insan bilgisinin diyalektik niteliğine tamamen uygundur ve bu noktanın bütün gerçek diyalektikçiler için açık olması gerekir.
Aleksandrov yoldaş, kitabının 24. sayfasında, eski Yunanlıların felsefesini anlatırken şöyle yazıyor: “Bağımsız bir bilgi alanı olarak felsefe, köleci eski Yunan toplumunda ortaya çıktı.” Daha sonrada şöyle diyor: “Özel bir bilgi alanı olarak İÖ altıncı yüzyılda ortaya çıkan felsefe, giderek yaygınlaştı.”
Peki ama, eski Yunanlıların felsefesinin özel, ayrışmış bir bilgi dalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Yunanlıların felsefi görüşleri, doğa bilimleriyle ve siyasal görüşleriyle öylesine sıkı bir şekilde iç içe geçmişti ki, biz daha sonra ortaya çıkmış olan kendi bilimler sınıflamamızı Yunan bilimine yamayamayız, buna hakkımız yoktur. Yunanlılar esas olarak bir tek, henüz ayrışmamış bilim tanıyorlardı ve buna, felsefe kavramları da giriyordu. İster Demokrit’i, ister Epikür’ü, ister Aristo’yu alalım; hepsi Engels’in “en eski Yunan filozoflarının aynı zamanda doğa araştırıcıları oldukları” (F. Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 245) yolundaki fikrini aynı derecede doğrulamaktadırlar. S6-7

Proletaryanın bilimsel dünya görüşü olarak Marksizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, felsefenin tek tek bireylerin uğraşı, hayattan ve halktan kopuk ve halka yabancı bir avuç filozof ile müritlerinden oluşan felsefe okullarının malı olduğu o eski felsefe tarihi dönemi kapanmaktadır. S9
En kesin anlamıyla mutlak gerçeğe ulaştıklarını iddia eden geçmiş felsefe sistemlerinin kurucuları, bilimler-üstü kalmaya çalıştıkları ve dolayısıyla kendi şemalarıyla bilimi cendereye soktukları, gerçek hayatın değil kendi felsefi sistemlerinin ihtiyaçlarının ortaya çıkardığı vargıları, yaşayan insan bilincine kabul ettirmeye kalkıştıkları için, doğa bilimlerinin gelişmesine katkıda bulunamadılar. Böylece felsefe, en olmadık bilgi, vargı, varsayım ve düpedüz hayal döküntülerinin üst üste yığıldığı bir müze haline geldi. Felsefe gene de bir olayı gözlemlerine ve düşünme aracı olarak iş görmekle birlikte, dünyayı pratik bakımından etkileme aracı, dünyayı kavrama aracı olarak henüz yararlı değildi. S7
Bu türden son sistem, bütün diğer bilimleri kendine bağımlı kılan ve onları kendi kategorilerinin Prokrustes yatağına sıkıştırmaya çalışan bir felsefi yapı kurmaya kalkışan Hegel’in sistemiydi. Hegel bütün çelişmeleri çözeceğini sanıyordu ama kendi sezdiği, ancak anlamadığı ve dolayısıyla yanlış kullandığı diyalektik yöntemle umutsuz bir çelişme içine düştü. Bununla birlikte:

‘“ ... Felsefenin bu şekilde ifade edilen amacının, ancak bütün insanlık tarafından ilerleme ve gelişme içinde yerine getirilebilecek olan bir görevin, bir tek filozofa verilmesinden başka bir anlama gelmediğini kavradığımız andan itibaren, bugüne kadar kabul edilegelmiş anlamıyla felsefe son bulmuş demektir. Bu yolla ya da herhangi bir tek birey tarafından elde edilemeyecek olan ‘mutlak gerçeği’ kovalamak yerine, müsbet bilimlerin yolundan giderek, ulaşılabilir, göreli gerçekleri kovalamak ve bu bilimlerin yargılarını diyalektik düşünce aracılığıyla özetlemek gerekir.” (F. Engels, Ludwig Feuerbach, s. 25.) S7-8

11) KÖY-SEHİR
Aleksandrov yoldaş, Almanya’nın geriliğini, devletinin ve toplumsal-siyasal yapısının gericiliğini göstermek için, kent nüfusunun toplam nüfus içindeki oranına başvuruyor. Ama aynı dönemde Fransa’nın kent nüfusu toplam nüfusunun yüzde 10’undan azdı; buna karşın Fransa, Almanya gibi geri bir feodal ülke değil, Avrupa’daki burjuva devrim hareketinin merkeziydi. Dolayısıyla yalnızca kent nüfusunun oranı hiçbir şeyi açıklamamaktadır. Hatta, bu olgunun kendisi somut tarihsel koşullar temelinde açıklanmaya muhtaçtır. S19

Engels’in bu berrak, vurucu, kesin ve son derece bilimsel açıklamasını Aleksandrov’un açıklamasıyla karşılaştırın; Marksizmin kurucularının bize bırakmış olduğu sonsuz zenginlikler içinde hazır duran malzemeleri bile Aleksandrov yoldaşın ne kadar kötü bir biçimde kullandığını göreceksiniz. S20

12) DİYALEKTİK MATERYALİST YÖNTEM ÜZERİNE

Kitabın girişi,gerici ve ilerici fikirler ve felsefi sistemler kavramlarını da yanlış bir biçimle ele almaktadır. Yazar, şu ya da bu fikir ya da felsefi sistemin gerici mi, ilerici mi olduğunun tarihsel koşullar temeli üzerinde belirlenmesi gerektiğini söylüyor. Ama bir fikrin farklı somut tarihsel koşullarda kâh gerici kâh ilerici olabileceği konusundaki bilinen Marksist tutumu tekrar tekrar göz ardı ediyor. O, bu noktayı belirsizleştirmekle, fikirlerin tarihten bağımsız olduğu yolundaki idealist kavrayışın içeri sızabileceği bir gedik açmaktadır.
Yazar felsefi düşüncenin gelişiminin son tahlilde toplumsal hayatın maddi koşulları tarafından belirlendiğini ve felsefi düşüncenin gelişiminin ancak göreli bir bağımsızlığı olduğunu doğru olarak kaydetmekle birlikte, bilimsel materyalizmin bu temel ilkesini aslında tekrar tekrar çiğniyor. Çeşitli felsefi sistemleri tekrar tekrar o günkü tarihsel koşullarla birleştirmeden ve şu yada bu filozofun toplumsal ve sınıfsal köklerini göstermeden tanıtıyor. S16

Orneğin Sokrat’ın, Demakrit’in, Spinoza’nın, Leipniz’in, Feuerbach’ın ve diğerlerinin felsefi görüşlerinin sunuluşu bu şekildedir. Böyle bir yöntemin bilimsel olmadığı açıktır; bu durum, idealist felsefenin belirleyici bir özelliği olan, felsefi fikirlerin gelişiminin tarihten bağımsız olarak incelenmesi alışkanlığına yazarın kendini kaptırmış olduğu görüşüne haklılık kazandırıyor.
Şu ya da bu felsefi sistemin, ortaya çıktığı tarihsel koşullar ile organik bağlantısının kurulamayışı, yazarın o tarihsel koşulları tahlil etmeye giriştiği durumlarda bile karşımıza çıkmaktadır. Bu örneklerde kurulan bağlantı, canlı ve organik değil, tamamen mekanik ve biçimsel olan bir bağlantıdır. Belli bir dönemin felsefi görüşlerini anlatan bölüm ve paragraflar ile bu görüşlerin tarihsel koşullarını anlatan bölüm ve paragraflar birbiriyle buluşmayan iki ayrı paralel düzlem olarak ilerlemekte; ekonomik temel ile üstyapı arasındaki sebep-sonuç ilişkisini kurması gereken tarihsel verilerin sunuluşu ise bilimsel olmayan ve baştan savma bir şekilde yapılmaktadır. Bu veriler bize tahlil edilmesi gereken malzemeyi sunmak yerine, yalnızca yetersiz bir çerçeve oluşturmaktadır. S17

Yazar felsefe tarihinin anlatılmasına materyalist yöntemi uygulamayı başaramamıştır. Bu durum kitabı bilimsel bir nitelikten yoksun bırakıyor ve onu, önemli ölçüde, filozofların hayatlarının ve felsefe sistemlerinin tarihsel koşullardan kopuk bir özeti haline getiriyor. Bu, tarihsel materyalizmin şu ilkesine aykırıdır:

“Bütün tarih yeniden araştırılmalı, çeşitli toplum biçimlerinin karşılığı olan siyasi, medeni, hukuki, estetik, felsefi; dini, vb. kavramları bulmaya girişmeden önce bu çeşitli toplum biçimlerinin varlık koşulları tek tek incelenmelidir.” (Engels’ten Conrad Schmidt’e Mektup, 5 Ağustos 1890.) S20-21

13) AMAC Ayrıca yazar, felsefe tarihini İncelemenin amacını da karışık ve yetersiz bir biçimde açıklıyor. Felsefenin ve felsefe tarihinin temel görevlerinden birinin, felsefenin bir bilim olarak gelişimini sürdürmek, yeni yasalar bulup çıkarmak, felsefenin önermelerini pratikte sınamak, eski tezlerin yerine yenilerini koymak olduğunu hiçbir yerde belirtmiyor. Yazar, esas olarak felsefe tarihinin pedagojik yönlerinden, kültürel-eğitsel görevlerden hareket ediyor. Ve dolayısıyla felsefe tarihinin incelenmesinin bütününü pasif, feylesofça, akademik bir niteliğe büründürüyor. Bu, felsefe biliminin Marksist-Leninist tanımına, her bilim gibi bu bilimin de sürekli olarak geliştirilmesi, yetkinleştirilmesi, yeni önermelerle zenginleşirken eskimiş olanları da atması gereğine uymamaktadır. S21

Tartışmamızda sık sık “felsefe cephesi” terimini kullandık. Peki ama bu cephe nereden geçmektedir? Felsefe cephesinden söz ettiğimizde aklımıza derhal, Marksist teoriye tamamen hakim militan filozoflardan oluşan örgütlü bir müfrezenin, bilimimizi sürekli olarak ilerleten, sosyalist toplumuzun emekçi halkını yolumuzun doğru olduğu bilinciyle ve davamızın zaferine bilimsel bir güvenle donatan bir müfrezenin, yurtdışındaki düşman ideolojiye ve burjuva ideolojisinin Sovyet halkının bilincindeki kalıntılarına karşı kararlı bir şekilde hücuma geçmesi geliyor.

Ama felsefe cephemiz, böyle gerçek bir cepheye benziyor mu? Hayır, o daha çok durgun bir dereyi ya da savaş alanının çok gerilerindeki bir konak yerini andırmaktadır. Henüz savaş alanına girişilmemiş, çoğu durumda düşmanla temas kurulmamıştır; keşif yapılmamaktadır; silahlar paslanmakta, erler kendi inisiyatifleriyle çarpışmaktadırlar; komutanlar ise ya geçmiş zaferlerle sarhoş durumdadırlar ya da hücuma geçmeye yetecek güçlerinin olup olmadığını, dışarıdan yardım istemenin gerekip gerekmediğini tartışmakta ya da bilincin günlük hayatın ne kadar gerisinde kalıp da çok geri kalmış gibi gözükmeyeceği konusunda sohbet etmektedirler. S27