MİLLETLERİN OLUŞUMU VE STALİN’İN 4 MADDESİ


Stalin’in millet tanımında kullandığı maddeler hangi şartlarda ve nasıl formüle edilmiştir?

Bu maddeler, ulusların burjuva uluslar olarak oluştuğu dönemde ve emperyalizm öncesi, Marksistlerin milli sorunu dünya çapında bir sorun, milletler ve sömürgeler sorunu, proleter devriminin bir yan sorunu olarak ele almadıkları bir dönemde formüle edilmiş.

Emperyalizm döneminde bağımsızlığı savunulan sadece bu kıstaslara uyan burjuva uluslar değildir. Bunu Hindistan örneği üzerinden anlamak mümkün. Bunu Stalin’den Afganistan üzerine alıntı yapmayı seven herkesin Afganistan’ın bugün bile aşiretlere bölünmüş halini gören herkesin anlaması o kadar zor olmasa gerek. Tek zorluk ulusların burjuva kavranışı ve aşırıya varan dogmacı çözüm arama çabaları.

Emperyalizm döneminde sömürge ülkelerin emperyalist ülkelerden bağımsızlığı savunulur. Bu sömürge ülkeler burjuva gelişme öncesi oluşmuş ülkelerdir, sınırları hem emperyalizmin işgalleri hem de onlar öncesi gelişmelerle belirlenmiştir. Afganistan’da pek çok aşiret bir Afgan Emiri altında birleşmiştir. Kıstaslara uyan bir Afgan ulusu mu vardı? Hindistan’da 500 dil, bir o kadar da aşiret vardı. Bir tek Hindistan ulusu mu vardı?

Proleter devrimleri çağında, ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla bağıntılı olarak burjuva ulus olma şartları aramak, Kaypakkaya türü bir gericiliktir.

Bunları tekrar tekrar belirtmenin gereği nedir?

Çünkü sadece burjuva ulus olanların ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı yok. Burjuva ulus "olmayanların" da, sömürge halkların da, sömürge ülkelerin de bu hakkı var.

Yani şu veya bu topluluğun bir burjuva ulus olup olmadığını ispatlayarak onun ayrılma hakkının olup olmadığı sorunu çözülemez. Burjuva millet olmanın şartları var, o halde bir ulus, dolayısıyla ayrılma hakkı var. O şartların hepsi yok, o halde ulus değil, dolayısıyla ayrılma hakkı yok. Bazıları soruna bu şekilde yaklaşarak sorunu çözmeyi umut ediyorlar. Olayın böylesine dar, proleter hareketin ve kapitalizmin gelişmesinin yarattığı şartları düşünmeden yorumlanışı ne anlama geliyor? Bu, hele hele bugünlerde, tam da burjuvazinin istediği burjuvaca bir oyun oynamak değil midir?

Somut olunmalı ve yapılan her bir önerme ve yapılan her bir iş proletaryanın emperyalizme karşı yürüttüğü dünya çapındaki mücadelesine destek olmalıdır, ayak bağı değil. Burjuvaya destek, proletaryaya köstek. Komünistlerin böylesi bir milli sorun çözüm türü için faaliyet yürütmeyeceklerini söyleme hakkımız olsa gerektir. Millet olmanın tüm kıstasları varmış, ayrılma hakkı varmış? Stalin Anayasası öyle demiyor ama. “Şartlar var ama ayrılıp da gideceği yer yok, Sovyetler Birliği’nin göbeğinde. O halde ayrılma hakkı yok” diyor. “Sınırda ve gideceği yer var ama bir yudumluk lokma, küçücük bir ulus. Emperyalistler yer onu. O halde ayrılma hakkı yok.” Ne oldu şimdi? Stalin ulusların ayrılma hakkını mı reddediyor? Yukarıdaki dar mantıkla gidersek varacağımız yer o olacaktır. Emperyalistlerin burjuva milli hisleri coşturup hedef şaşırtmasına yardımcı olunacaktır. Burjuva millet olmanın şartları var o halde ayrılma hakkı var. Bu hak, burjuva bir haktır ve proletaryanın kendini yönetme hakkının, emperyalizmi devirme hakkının önüne katiyetle ve katiyetle geçemez. İlk başta bunun anlaşılması gereklidir. Bu anlaşılırsa ve ulusların somut durumu, onların yaşamındaki gelişmeler de akılda tutulursa şu sonuca kolayca varılır:

Çok küçük ve güçsüz ulusların, ister millet olmanın tüm şartlarına sahip olsun; ister olmasın, emperyalizm tarafından çevrilmiş ama yine de "bağımsız", yani kendi başlarına bir yaşam araması günümüz dünyasında, yerel burjuvazinin satılmışlığı ve emperyalizm şartlarında palavrayla iştigaldir. Ve komünistlerin proletaryayı ve emekçi kitleleri palavrayla iştigal ettirmeleri kadar mantıksız bir şey düşünülemez. Küçük uluslar birlikte yaşayacak birilerini bulmak zorundadırlar. Ve işte onlar ancak ve ancak doğru bir birliktelik kurabilirlerse gerçekten de bağımsız bir yaşama kavuşabilirler, tüm Sovyetik uluslarla birlikte ileriye ve medeniyete koşan bir genel çerçeve içinde sonsuz özgürlük ve bağımsızlığa kavuşabilirler. Sovyetik şartlardaki Türki cumhuriyetlerle bugünlerin Türki cumhuriyetleri üstün koru bir karşılaştırmak, bu olguyu açıkça ortaya koyar.

Başka bir ilerleme imkânı yoktur. Bu konuda yanlış yapılmamalıdır. Bu noktadaki herhangi bir tavır komünist hareketin tüm geleceğini o tavırla uyumlu olarak belirler. Bu konuda yanılma hakkı ve imkânı yoktur. Bu konuda doğruluk zafere, yanlışlık yenilgiye götürür.

4 KISTASIN FORMÜLASYONU

"Ulus; dil, toprak, iktisadi yaşam birliği ve ortak kültür biçiminde beliren ruhi şekillenme birliğinin hüküm sürdüğü, tarihi olarak meydana gelmiş istikrarlı bir topluluktur." (Marksizm ve Milli Mesele. J. Stalin. 1913)

Bu kıstaslar nasıl formüle edilmiştir?

Her bilimde nasıl yapılırsa öyle!

Buharı inceleyeceksen "mükemmel" bir buhar makinası yaparsın. Sosyal bilimlerde de öyle. Stalin tüm dünyadaki uluslara, onların oluşumuna bakıyor, elzem, belirleyici olanları en keskin olarak beliren örnekleri kullanarak özetliyor. Amerika ile İngiltere toprak birliği için kullanılıyor. Ne diyor orada? “Her ikisi de İngilizce konuşuyor olmasına rağmen”. Stalin, Amerika’da İngilizce bilmeyen veya öğrenmekte olan Almanlar, İtalyanlar vb olduğunu, Amerika’nın kültürü farklı bir yumak olduğunu bilmiyor mu? Yerlileri bilmiyor mu? İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalı Japon asıllıların hapse tıkıldığını biz bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Ele alınan sorun Amerikan ulusunun oluşmasında karşılaşılan güçlükler değil, bir tek burjuva kültürün oluşturulmasında karşılaşılan güçlükler değil, yerlilerin haklarının yendiği, katledildikleri de değil. Ulusların oluşumunda toprak birliğinin rolü. Amerika’yı oluşturanlar esas olarak İngiliz asıllı. Aslı aynı olanların bölünmesinden, farklılaşmasından daha iyi bir örnek olur mu bu konuda? Olmaz. Demek ki örnekler her kıstası en belirgin, en açık seçik sergileyecek şekilde seçilmiştir. Bundan şu sonuç çıkar ki, kıstasların her birini her bir ulusta 4/4’lük bulmak imkânsızdır. Hele hele herşey gibi burjuva ulusların da doğmak-kapitalizmin şafağında-ve gelişmek zorunda olduğunu akılda tutarsak. Hele hele burjuvazinin en küçüğünden en büyüğüne emperyalist eğilimli olduğunu, ulusları bölüp parçaladığını, bunun da ulusların oluşumunda ve tüm yaşamlarında problemlere yol açtığını akılda tutarsak.

Birincisi; ulusların oluşumu. Herşeyden önce şunu hatırlatmakta fayda vardır ki, ulusların sadece burjuva oluşumunu bilmez tarih. Tarih, ulusların sosyalist oluşumunu da bilir. Çarlık devrildiğinde Rusya proletaryası 250 tür halkın Çarın uluslar hapishanesinde yaşadığını gördü. Bunlar nasıl "uluslardı"? Tüm kıstaslara sahip uluslar mı? Hayır. Bu 250’nin büyük çoğunluğu kapitalizm öncesi şartlarda yaşayan halklar, "uluslar" idi. Bazıları nerede ise Amerika’nın yerlileri gibi yok olmanın eşiğinde olan gezgin kavimlerdi. Bunlar tabii ki burjuva uluslar değiller. Irklar, kavimler, halklar. Ama proletaryanın iktidarı şartlarında bunlar da ulusların hak eşitliğinden faydalanırlar. Bu kavimlerden, kapitalizm öncesi şartlarda yaşayan az biraz geniş belirli topraklarda ve az biraz geniş bir nüfusa, az biraz siyasi kültüre sahip olanları, Türki halklar gibi, kendi cumhuriyetlerine, ayrılma hakkı olan cumhuriyetlerine bile kavuşurlar. Tüm şartlara sahip 4/4’lük burjuva uluslar olduklarından mı? Hayır. Ulus olmanın tarihten gelen -dil, toprak, kültür birliği gibi- her şartına sahipse bir halk, onları ekonomik gerilikleri (kapitalizmin ve sosyalizmin mümkün kıldığı ekonomik ilerleme ve birlik) ve kültürel gerilikleri nedeniyle ulustan saymamak, onlara "ulusal" eşitlik tanımamak vb. şeyler komünistlere, proletaryaya özgü değil, burjuvaziye onun emperyalist amaçlarına özgüdür. Komünistler, sosyalizm şartlarında, bahsi geçen tüm kıstaslara sahip olmayan ulusları o kıstaslara hızla ulaştırmayı görev bilir. Sosyalist içerikli ekonomik ve kültürel gelişme ile. Diğer yandan, sorunun "haklar" gibi soyut değil de pratik bir sorun olarak konulduğu şartlarda ve dünyada emperyalist canavarlar cirit atarken, nasıl olurda 5-10 bin nüfusuyla, geniş alanlarda gezgin aşiret hayatı yaşayan kavimlere, halklara "uluslara", Stalin Anayasası’nda değinilen uluslara, ayrılma hakkınız var denebilir? "Hak" lafı ardına saklanarak halkı aldatan sahtekâr burjuvalar mıdır komünistler? Gerçekte, dünyanın o günkü şartlarında olamayacak, gerçekleşemeyecek bir şeyi niye varmış, olabilirmiş gibi göstersin ki komünistler halklara? Komünistler, en gerçekçi ve en dürüst olan, olgulardan korkmayan, onlara dayanan ve bu sayede zafere ulaşanlardırlar. Sovyetlerin ve emperyalizmin tarihi herşeyi ak ve kara gibi açık etmişken komünistler niye saklasınlar ki gerçekleri halklardan?

Sonra, şu da hatırlanmalı ki, uluslar analarının karnından 4/4’lük doğmazlar. Burjuva uluslar kapitalizmin şafağında oluşmaya başlarlar. (Kapitalizm öncesi şartlarda yaşarken iktidardaki proletaryanın desteğiyle sosyalizmi inşaya girişen sosyalist uluslar da, sosyalizmin şafağında oluşmaya başlarlar.) Bu oluşma süreci o kıstasların da olgunlaşma dönemidir. Oluşmakta olan uluslarda bu kıstasları 4/4’lük bulmak imkânsızdır. Arayan bulur, aramayan bulmaz. Şimdi bir de bunlara ikinci faktörü, yani kapitalizmin ulusların hayatıyla oyun oynaması olgusunu, hepimizin bildiği üzre, çok zayıf kavimleri barbarlar olarak ilan edip pek çok yerde yok edişini hatırlarsak, ulusların oluşumunun pek de öyle tek düze olmadığını görürüz. Dünyanın hemen her tarafında ulusallaşmayla ilgili problemler sürmektedir. Ve bu problemler bugün çeşitli emperyalist güçler tarafından kullanılmaktadır. Eskinin sosyalist uluslarını burjuva uluslara dönüştürme çabası bir başka âlem.

Kürtler bir ulus mu? Bir ulus. Toprak bütünlüğü var mı? (3 devlete bölünmüşler. Bu, bu konuda ne anlama gelir? Tartış.), Ekonomik olarak aşiret halindeler, kapitalizm onları ekonomik olarak birleştirmemiş. Bir de 3 devlet arasında bölünmüşler. Aralarında sınır var. Ekonomik birlik nasıl olur? Olurunu ispatlamak isteyenler şöyle diyor: sınırdan geçip karşılıklı kaçakçılık üzerinden ticari ilişki kuruyorlar... Tartış... Dilleri bir mi? Değil. Zazalar var. Diğer Kürtlerle anlaşamıyor bile. Zazalar Kürt mü? Tartış. Alevilik-Sünnilik. Bir din, bir kültür mü? Tartış. İyi vallahi. Biz tartışalım duralım, burjuvazi-hem Türk hem de Kürt, bayram etsin. Hem Kürtleri bölmüş parçalamış, onları ekonomik, kültürel geri bırakmış hem de bize tartıştırıyor tüm kendi icadı olan sorunları. Milletlerin eşitliğini tanı, onlara her alanda destek ol ki hızla gelişip uluslar arasındaki eşitsizlik kalksın. Onları bölme ayrı güçler arasında, al sana Kürt ulusu. Kıstaslarla uğraşmak da neyin nesi? Kıstaslara, o şartlara, Kürtlerin somut durumunu analiz etmek, onların kurtuluşunun en hızlı, en acısız nasıl mümkün olacağını tespit etmek için bakılmalıdır. Yani Kürtler arasında sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu durumu kavramak için. Burjuva milli güçleri, feodal, emperyalist yanlısı güçleri, sosyalist güçleri anlamak için. Bölünmüşlük vb. sorunlara da aynı çerçevede bakılmalıdır. Bu sorunları Kürt milleti nasıl aşabilir? Komünizm bunu nasıl becerebilir? Gelişmeler nasıl olacak, vb... Kaypakkaya da kıstaslar tuzağına düştüğünden 1920’ler Kürtlerini "burjuva ulus" ilan etmek zorunda kalıyor. Bir ulusun ayrılma hakkına sahip olması için onda tüm kıstasları aramak eskiye ait ve gerici bir yaklaşımdır. Ayrılma hakkını tanımak amacıyla tüm kıstaslara sahip olmayan geri bir ulusta da bu şartları bulmak strateji ve taktiklerin formülasyonlarında yenilgiye götüren yanlışlara sebebiyet verir? Bu da, bu soruna yanlış yaklaşıldığında üretilen ikinci gericilik türüdür. Bir hata, önemli bir hata ise, başa pek çok belalar açar.

Türkleri ele alalım.

Daha 1920’lerde Ege’den Rumları, Doğudan (Kürt aşiretleri kullanarak, onlarla birlikte) burjuva ulusal bilince sahip ve ulusal ayaklanma halindeki Ermenileri temizlediler. Kuzey batıda Lazları, sayısal azlıkları sayesinde, Türkleştirdiler. Kürtlere bunu yapamadılar, çünkü Kürtler bu eritme siyasetini yenecek büyüklükte. Erit erit bitmiyor. İşte Türklerin toprak birliği böyle sağlandı. Dahası Yunanistan’dan bir sürü Türk göç etti Türkiye’ye. Türkiye ve Türkler ta Afganistan’dan, Kafkaslar’dan Osmanlı döneminden kalma bağlarla oraların Müslüman halklarından "Türk asıllı" çok nüfus erittiler. Türkler böyle bir ulustur.

Türk burjuvazisinin aç gözlerini diktikleri "Türk asıllı" eski Sovyetler Birliği’ndeki Türki uluslarını bir kenara bırakalım, Yunanistan ve Bulgaristan’da Türkler yok mu? Var. Onlar arasında emperyalist Türk burjuvazisinin yaydığı karşı devrimci anavatanla birleşme arzusu ve siyaseti yok mu? Var.

Komünistler bu tür, yani burjuva (emperyalist) anavatanla birlik siyasetine genel kural olarak karşı çıkarlar, onun burjuva-emperyalist, işçileri bölücü, gerici karakterini teşhir ederler -bu siyaseti ancak ve ancak onu emperyalizmin dünya çapındaki gücünü zayıflatmak için, kendisi açısından daha zararlı emperyalist güçleri zayıflatmak için, yani dolaylı yedek olarak kullanabilme imkanı varsa desteklerler. Bu yaklaşım genellikle diplomatik güç olmayı, örgütlenmenin devlet türüne sahip olmayı, yani proleter devleti olarak iktidarda olmayı gerektirir. Burjuvalar ise bu siyaseti hem emperyalist amaçlarla, hem de işçileri, ezilen halkları bölmek, kendi gerici amaçlarını elde etmek için kullanırlar. Bu siyasetin üreticisi ve kullanıcısıdırlar. Bu siyasetin yol açtığı uluslar arası savaşların kışkırtıcısı ve örgütleyicisidirler. İkinci Dünya Savaşı sırasında İnönü-Saraçoğlu hükümeti SSCB’de Türki ve Müslüman halklar arasında böylesi karşı devrimci hisler üretmek için, anti-Sovyet ve Nazi Alman yanlısı, katliamcı ayaklanmalar düzenlemek için aktif bir şekilde çalışmıştır. Çeçenlerin ve Tatarların sürülmelerinin sorumlusu Stalin değildir. Hitler ve İnönü ve onların yerel gerici Nazi yanlısı önderleridir!

Burjuva Anavatanla birleşme gerici siyaseti yaninda, II. Dünya Savaşı öncesi Polonya’da Beyaz Rusya ile birleşmek isteyen Beyaz Rusların devrimci Anavatanla (SSCB) birleşme devrimci duygu ve siyasetleri de vardı. Bu duygu ve siyaset devrimci bir duygu ve siyaset olarak ve genel kural olarak komünistlerin desteğini alır. Doğrudan bir yedek oluşturur.

Bulgaristan, devrim sonrası Türkleri Türk olarak tanıyor. Ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını, sayıları az olduğu için tanımıyor. Ve bu Türkler Bulgaristan’ın sanırının güneyinde, Türkiye sınırında, belirli bir bölgede yaşıyorlar. Nüfusu az dediysek, çok da az değil ve bir bölgede yoğunlaşmış. Ayrılma hariç tüm haklara sahipler. Ve diyelim ki Türk değil de, Bulgar Türk milletini oluşturuyorlar. Burjuva bir hakkı çiğnedik mi? Diyelim ki çiğnedik. Ne olmuş? Çiğnenmez mi? İlah mı bunlar, proletaryanın çıkarlarından yüksek mi bunlar? Değil. Bu bir. İkincisi, bu Bulgar Türk milleti Türkler tarafından emperyalist emellerle her zaman kullanılmıştır (bugün de kullanılmaktadırlar) ve bir ayrılık sadece burjuva Türklerin emperyalist amaçlarına hizmet eder. Sosyalist Bulgaristan’dan ayrılıp da nereye gidecek bu relatif olarak güçsüz ulus (ülke). Sosyalist Bulgaristan’a gidecekse zaten ayrılmaz. Ayrılırsa onun gideceği yer çevresindeki emperyalistlerce yutulmak. Büyük ihtimalle Türkiye tarafından. O da Yunanistan ve Sırbistan’la şavaşa yol açabilir. vs. Bulgaristan’dan ayrılsalar ve gerici anavatanla (Türkiye) birleşseler, bunların Bulgaristan Türk milletliğinden birşey kalır mı? Kalmaz. Bunlar da burjuva, emperyalist Türk ulusunun bir parçası haline gelirler.

Benzer örnekler çok tarihte.

II. Dünya Savaşı öncesi ve "halkın sülalesi" takımının kavrayışının tersine Avrupa’da pek çok milli sorun vardı. Beyaz Ruslara değinildi. Ya Almanlar? Almanlar bölük pörçük edilmişti. Polonya’da, Çekoslovakya’da Almanlar vardı. Alman devleti de biryığın anlaşmalarla pek çok "milli hakkını" kullanamaz durumdaydı. Naziler sağa sola saldırırken bunları kullandılar. II. Dünya Savaşı sonrası Sovyet etkisi altındaki tüm yerlerde milli bütünlüklü sınırlar çizildi; hemen hemen, mümkün olduğunca. Ve tabii Almanlar da ikiye bölündü. Halkın sülalesinin Alman türlerinden bazıları “Almanya emperyalisttir. Almanya’da milli sorun yoktur” diye fetva veriyordu. (Kaypakkaya olayı gökten düşmedi. TDKP onun esiridir. PKK da onu kullanır. Marksizm enternasyonalse, oportünizm de enternasyonaldir). Başka bir deyişle, II. Dünya Savaşı sonrası parça parça olan uluslar ortak toprak parçalarında birleşti, birleşik ve modern ve güçlü bir ulus da -Almanlar- bölündü. İki Alman ulusu mu ortaya çıktı? Şimdi birleşti. Tek Alman ulusu mu oldular? Emperyalizm ulusların başına, en gelişmişinin başına bile ne çoraplar örüyor. Örecek de. Ulusların oluşumu konusunda konuşurken bunların görülmesi gereklidir. Hangi güçler nasıl siyasetler güdüyorlar, nelere yol açıyorlar? Bunlara karşı komünizmin siyaseti ne olmalı? Sırplar ve Hırvatlar Bosna’da dağınıktı. Nasıl da toplandılar "sınırları belli bölgelere". Bosna’daki Sırplar daha önce Sırp ulusu değildiler de şimdi Sırp ulusu mu oldular? Yoksa Bosnalı Sırp ulusu mu? Komünistler tartışsın, burjuvazi de malı götürsün. Burjuvalar, güçler dengesi üzerinden devletler kuruyorlar. Ekmek keser gibi dünyayı kesip biçip belirli sınırlarda devletler oluşturuyorlar. Bu devletlerin içleri ulusal olarak farklı unsurlarla dolu. Sonra da dönüp o farklılıkları kullanıyorlar. Burjuva milliyetçiliğini işçileri bölmek, komünizmi imkânsız, en azından güdük kılmak için ne güzel kullanıyorlar.

Olan nedir?

Burjuvazi, ister ulus olsun, ister ulusal azınlık, komşu ülkelerde kendi "ulusundan" birileri varsa -zaten o ülke topraklarında gözü olduğundan- "kendi" ulusundan bireyleri, milli azınlığı, milleti, komşusunda problem yaratmak için kullanacaktır. (Bu sıralarda ve aynı zamanda, komünizmi iyice gözden düşürmek için de). Hiçbir şey için değilse komşusunu zayıflatmak için. Çünkü o komşu da ilk fırsatta onu yiyecek.

Türkiye, Yunanistan, İran, Irak, Suriye... Hepsi de birbirlerine karşı bu metodları ve daha problemli olan, muhalife karşı işbirliği metodunu kullanırlar. Birbirlerinin topraklarındaki "kendi" azınlıklarını kaşır durur bunlar. Ve birbirlerini yemek için fırsat kollarlar. Milli mesele de (ister millet olsun ister milli azınlık) bunlara bu işte bir araç olur.

Bir de bu işin tam tersi bir gelişme örneği var tarihte. Yani farklı yerlerdeki ulusların birleşmesi değil de, aynı yerdeki ulusların farklılaşması. Hem Almanlar hem de Avusturyalılar Almandı. Hala daha Almanca konuşulur Avusturya’da. Gel gelelim tarih onları ayrı prenslikler olarak devletleştirdi ve bu onları ayrı uluslar olmaya yöneltti. Engels bir yerde Avusturyalıların Alman mı Avusturyalı mı olduklarına karar vermeleri gerektiğini söylüyor. Bildiğimiz gibi onlar Avusturyalı olmayı seçti. Hitler buna II. Dünya Savaşı’nda son verdi. Ama tutmadı. Yine Avusturya ve Avusturyalılar var.

Arapların hepsi bir Arap ulusu mu, yoksa tarihi gelişmeyle oluşmuş (şeyhler, prensler ve emperyalistlerce oluşturulmuş) her bir devletteki Araplar birer ayrı ulus mu?

Demek ki, “milli azınlıklar, milletler nasıl bir yöne doğru gidecekler” sorusu burjuvazi ve emperyalizm tarafından bir şekilde ele alınıyor, komünistler tarafından başka bir şekilde ele alınmalı.

Milletlik sorunu, milli azınlıklık sorunu katılaşmış, belli bir kılıfa sokulmuş ve böylece burjuvazi tarafından çözülmüş bir sorun değildir. Ulusallaşma daha hala sürüyor. Milli azınlıklar daha hala kullanılıyor. Bölük pörçük azınlıklar bir araya bile getiriliyor. Belli bir akış, belli bir alt üst oluş, sürekli bir değişim gözümüzün içine bakıyor. Millet olmayan millet oluyor. Millet olan bölünüyor. Yok olmakla tehdit ediliyor. (Amerika’nın Kuzey Kore’ye tehdidi) Bir sürü kavim gözümüzün önünde yok oluyor. Irak’ta Şii Araplarla Sünni Araplar birbirini yiyor vs. vs...

Karmaşa hakim ve daha da karıştırıyorlar. Bir ülkedeki en ufak bir farklılık bile devleştirilip kavga ve ayrılık nedeni yapılıyor. Hele hele bugünlerde bu bir siyaset. Geri ülkeleri yönetme siyaseti. Eski sosyalist ulusları burjuvalaştırma siyaseti. Komünizmi gözden düşürme, onun ulusal sorunu çözme siyasetini çöp kutusuna atma siyaseti. Ulusların dünya üretimine katılmalarını önleme (fazla üretimi azaltma) siyaseti. Onların bu tür amaçlarını göremeyenler, onların bu amaçlarını yenilgiye uğratmak için ulusal sorunun Sovyetik çözümünün eskisinden bin kart daha elzem olduğunu göremeyenler ve taktiklerini bunlara uygun olarak düzenleyemeyenler ulusal sorunun çözümünde, dolayısıyla proletaryayı iktidara götürmekte yeteneksizdirler. Onlar milli sorunun çözümünde burjuva görüşlere esir kalacaklar ve dolayısıyla da emperyalistlerin yukarıdaki planlarını uygulamalarında yedek güç rolü, böylesi rezil bir rol üstleneceklerdirler. Niyetleri bu olmayabilir. Ama siyasette niyet koskoca bir hiçtir.

Kimin umruna kıstaslar? Burjuvazinin değil. Komünistlerin vuku bulmakta olan olaylara bakmak yerine kıstaslarla uğraşıp durması dogmatizmdir. Hiçbir olayı anlamaya ve hiçbir problemi çözmeye katkısı yoktur bu yaklaşımın. Komünistler genel kıstaslar cenderesine hapsetmemeliler kendilerini, olayları anlamak için kıstaslar cenderesinde çıkılmalı ve dünden bugüne gelişmelere ve olayların nereye gitmekte olduğuna bakılmalıdır. Bu süreçte hangi ulus ne yapabilir, emperyalizme değil de proletaryanın emperyalizmi yenmesine nasıl bir yönelimle katkıda bulunabilir? Bunlara bakılmalıdır. Komünistler dünyanın gidişinden, dünya proletaryasının gidişinden kopuk kalarak şu veya bu ulusu nereye götürebilir? Uluslar, dünya proletaryasının düşmanlarının içinde bulundukları durumu kavramadan nereye gidecektir? Safi büyüklük ve küçüklüğün kalite farklarına yol açtığı iyi bilinir. Küçük uluslar ve ülkeler dünya proletaryasının güçlenmesine herkesten daha çok muhtaçtır. Yoksa burjuvalar onlarla oyun oynamaya devam edecekler. Ve küçük ve güçsüz ulusların komünistleri buna karşı birşey yapamayacaklar. Küçük uluslar çok güçsüzdür. Dolayısıyla onların komünistleri de çok çok güçsüzdür. Komünistler gerçeklere gözünü kapamaz.