MARKSİZM-LENİNİZM VE KADIN SORUNU



Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz!
Bütün Ülkelerin İşçileri Ve Ezilen Halklar Birleşiniz!


Birçok komünist, devrimci ve ilerici örgüt, gurup ve kişilerin yeniden anımsayacağı gibi, 8 Mart, Enternasyonal Emekçi Kadınlar Günü’nün başlangıcını simgeleyen, New York kadınlarının mücadelelerini andığı ve emekçi kadınların, bugünkü mücadelelerini de sürdürdüklerini ilan ettikleri gündür.
Kadın sorununu çözme amacına yönelen ve farklı görüşler ve çözümler öne süren bu kaçınılmaz sorun hakkında çok makaleler yazılmıştır. Bu broşür, ilk olarak bu sorunun Marksist-Leninist çözümünü ele almayı ve sonra onu, Feminizm gibi “reformist” ideolojilerle karşılaştırmayı hedef almaktadır. Biz, Marksist-Leninistler Kadın sorununun ancak Marx ve Engels’in öğretileri ve onların takipçileri Lenin ve Stalin’in, bu soruna katkıda bulundukları eserlerini incelemekle çözümlenebileceğine, böylece “Kadın Sorunu”nun doğru bir perspektifle görülebileceğine inanıyoruz. Yani, onların öğretilerini öyle kavramalıyız ve özümlemeliyiz ki. düşünce ve yaşantı tarzımızı bu kavrayış etkileyebilmelidir—bu gerek kadınlar gerekse erkekler için geçerlidir. Dolayısıyla her iki cinsin katılımı olmaksızın işçi sınıfının kurtuluşu olası değildir.
“İnsanlık tarihinde ezilenlerin hiçbir büyük hareketi emekçi kadınlar katılmaksızın olmamıştır” diyen Stalin’di. Aynı şekilde, işçi sınıfının zaferi ve sosyalizm gelmeksizin kadının kurtulamayacağını da kavramalıyız.
Yine de, sosyalizmi beklemeye gerek yoktur diyenler vardır—Onlar, safça, liberal demokratik reformların kazanılmasıyla; oy hakkı gibi vb., ve bu küçük “kısmi” hakları elde etmekle, sonunda erkekle eşit konuma geleceklerine inanmaktadırlar!
Kadın sorunun yukarıdaki yollardan hangisinin doğal ve mantıksal sonucu olduğunu bulabilmek için, onun varlık kökenini ortaya çıkarmak gerekir.
Kadınların “aşağılığı” iddiası ve onların erkeklere boyun eğmişliği “doğal” bir durum değildir. Tersine, ilkel toplumda kadınlar erkeklere eşitti ve evde ve toplumda saygıdeğer bir pozisyonları vardı.
Kadınlar nasıl “aşağılandı”? Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” eserinde, kadınların orijinal eşitliğini ve bağımsızlığını kaybettikleri ve eşitsizlik ve bağımlı bir duruma zorlandıkları gelişmenin aşamalarını anlatmaktadır.
Engels, barbarlığın üst aşamasına kadar, gens olarak bilinen bir gurup insanın birlikte yaşadığı ve doğal cinsel işbölümünün varolduğu, erkeklerin ava giderken kadınların evi yönetmeye yöneldiği—bu, kadınların evde üstünlüğü demekti—bir komünist ev ekonomisinin varlığından sözeder. Engels, o zamanlarda (tüm vahşiler arasında, aşağı ve orta, hatta belirli bir dereceye kadar yukarı aşamalarda tüm barbarlar arasında), kadının sadece özgür değil, ayrıca çok değer verilen bir duruma sahip olduğunu anlatır.
Engels, iki-başlı-ailenin (pairing family) doğal seçmeden dolayı bu sıralarda geliştiğini göstermektedir: “İki-başlı-aile içinde, topluluk daha o zamandan son birimine, iki atomlu molekülüne indirgenmiş bulunuyordu: bir erkek ve bir kadın. Doğal seçme görevini tamamlamıştı: artık ona bu yönde yapacak hiç bir şey kalmamıştı.” Ama Engels’in açıklamasının özü, yani kadının baskı altına alınmasının kökeni. gerçekte onun tarafından oldukça mantıksal bir şekilde yapılan açıklamasında yatar: “Eğer YENİ TOPLUMSAL GÜÇLER gündeme gelmeseydi, iki-başlı-aileden yeni bir aile biçimi çıkması için hiç bir neden mevcut değildi.”
Ama bu güçler gündeme geldi: Bu nasıl görülebilir? Nasıl ortaya çıktı? Engels, hayvanların evcilleştirilmesinin ve sürülerin yetiştirilmesinin ve “insan sürüsü”nün—kölelerin—ve onların yetiştirilmesinin (hayvanlar gibi), o zamana kadar görülmemiş bir zenginlik kaynağını geliştirdiğini ve yepyeni toplumsal ilişkileri (yeni bir üretim biçimi)—ki daha önce yiyecek elde etmekte kullanılan bütün araçlar geri plana geçti: avcılık, bir zorunluluk olmaktan çıkarak, bir lüks haline geldi—yarattığını anlatır.
Engels, bu yeni zenginliğin kime ait olduğunu sorarak şöyle cevaplamaktadır: “Başlangıçta, bir bütün olarak gens’lere aitti”. Fakat zenginliğin kaynakları ev halkı dışında ortaya çıktığı için, erkekler sürüleri (diğer yeni bulunan “metalarla” birlikte—örneğin köleler) kendilerine malettiler: bütün yaşam için gerekli maddelerin elde edilmesi, şimdi, erkeğe düşüyordu. Kadın, onun zevkini paylaşıyordu ama onun mülkiyetinde hak sahibi değildi.
Engels, devamla, bir defa ailelerin özel mülkiyetine geçip, orada hızla arttıktan sonra, bu türlü servetlerin, iki-başlı-evlilik ve analık hukuklu gens üzerine kurulmuş olan topluma büyük bir darbe vurduğunu belirtir. Daha önce analık hukukuna göre, yani soy-zinciri sadece kadın tarafından hesaplanırken; şimdi ise, erkek, yeni bulunmuş olan servetini kendi çocuklarına devretmek istiyordu. Bunu güvenceye almak için, onun daha iyi bir miras düzenine sahip olması gerekiyordu. Servet arttıkça, erkeğin pozisyonu daha önem kazanmaya ve kadınınki ise daha da zayıflamaya başladı. Bunun için, analık hukuku alaşağı edilmeliydi—ve edildi de.
Engels, bunun—analık-hukukunun alaşağı edilmesinin—insanlığın tanımış olduğu en köklü devrimlerden biri olduğunu belirtir: yani, kadın tarafından hesaplanan soy zinciri ve analık miras hukuku kaldırılmış, yerine erkek tarafından hesaplanan soy zinciri ve babalık miras hukuku, —zorlukla karşılaşmadan—kurulmuştu. Bu konuda hayretini gizlemeyen Marx ise şöyle eklemişti: “İnsanı, isimlerini değiştirerek, şeyleri değiştirmeye götüren ezeli kurnazlık! Ve, dolaysız, bir çıkarla dürtülünce, gelenek içinde kalarak geleneği yıkmak için bulunan dolambaçlı yol!”
“Analık hukukunun alaşağı edilişi, dişi cinsinin dünya tarihsel yenilgisi oldu”. (Engels). Evde bile, idareyi elde tutan erkek oldu: kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin zevk ve çocuk doğurma aleti haline geldi” Bu aile biçimi, iki-başlı aileden monogami’ye (tek-eşlilik) geçişi belirler. Böylelikle kadının sadakatini, yani çocukların babalığını sağlama bağlamak için, kadın, erkeğin insafına bırakılmıştır. Bundan dolayı kadın, erkeğin şartız idaresi altındadır ve erkek açıkça, diğer kadınlarla olabilmektedir. Bu, monogami ile yanyana köleliğin varlığını gösterir: monogami, başlangıçtan beri sadece kadın için vardı ve erkek için değil!
Bu monogami (tek-eşlilik), daha öncekinden (iki-başlı-evlilikten) artık taraflardan ikisinin de istedikleri zaman çözemeyecekleri bir sağlam evlilik bağının olmasıyla ayrılır. Şimdi ise, bu bağı yalnızca erkek çözebilir ve karısını boşayabilir.
Bundan sonra Engels, monogami’nin kökeninin bireysel cinsel ‘aşk’ sonucu olmadığını, doğal şartlar üzerinde değil de, EKONOMİK ŞARTLAR üzerinde—özel mülkiyetin ilkel doğal ortaklaşa mülkiyet üzerindeki zaferi üzerinde—kurulan ilk aile biçimi olduğunu ve karı-koca evliliğinin (monogamous) bir cinsin öbürü tarafından hüküm altına alınması olarak ortaya çıktığını—cinsler arasında, tarih-öncesi dönemde görülmemiş bir mücadele başladığını—belirtir.
Marx, “ilk işbölümü, erkekle kadın arasında, çocukların üremesi bakımından yapılan işbölümüdür.” der. Engels, buna şunu ekler: “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki gelişmenin (antagonizmanın) karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da, dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar.” Bu, Marx’ın “sonraları toplum ve devlet içinde geniş ölçüde gelişen bütün çelişmeler, minyatür halinde, modern ailenin içinde mevcuttur” düşüncesiyle uyum içindedir.
Böylelikle, kadınların erkeklerle eşit olma durumundan, bugün içinde bulundukları aşağı duruma nasıl düşürüldüklerinin nedeni olan olguyu açığa çıkaran Engels;, şu soruyu yöneltir: “Ekonomik nedenlerden doğmuş olan monogami, bu nedenler ortadan kalkınca kaybolacak mı?” Ve şöyle cevap verir:”Kaybolması bir yana, monogami, asıl bu andan sonra tam anlamıyla gerçekleşecektir”, yani “gerçekten, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüşümüyle birlikte, ücretli çalışma da, proletarya da ortadan kalkacaktır: öyleyse, aynı zamanda, belirli bir sayıda kadın için—statistik olarak hesaplanabilir), para karşılığı kendini satma zorunluluğu da ortadan kalkacak”, “monogami—ayrıca erkekler için de—gerçek haline gelecektir.” Böylece Engels, erkeklerin durumunun da gerçekten çok değişeceğini de belirtir.
Ayrıca Engels, kadınların durumunun da büyük bir değişikliğe uğrayacağını ortaya koyar. Üretim araçlarının kamusal mülkiyete dönüştürülmesiyle karı-koca ailesi, toplumun ekonomik biçimi olmaktan çıkacaktır. Özel ev ekonomisi. toplumsal bir sanayi haline dönüştürülebilecektir. Çocukların bakım ve eğitimi bir kamu işi olacak; toplum, meşru ya da gayri meşru, bütün çocukların bakımını üzerine alarak böylesi çocuklara karşı ayırımcı yasaları ve namus lekesini ortadan kaldıracaktır. Özel ev ekonomisi (ev işleri gibi—Lenin’in vurguladığı gibi, “ev köleliği kadını ezmekte, boğmakta, şaşkına döndürüp aşağılaştırmaktadır. Kadın bu nedenle mutfağa ve çocuklarını beslemeye bağlanıp emeğini barbarlık örneği verimsiz, küçük, sinir bozucu, şaşkına döndürüp alçaltıcı bir iş uğruna yitirmektedir. Kadınların gerçek kurtuluşu, gerçek sosyalizm ancak bu küçük ev işlerine karşı (devletin gücünü kullanan proletaryanın önderliğinde) herkesin katılacağı bir savaş başladığı yer ve zamanda, daha doğrusu bu geniş çaplı bir sosyalist ekonomiye tamamıyla, dönüştürülmeye başladığı zaman gerçekleşecektir.”) küçük bir ev işleri ekonomisinden büyük çaplı bir sosyalist ekonomiye dönüştürülecektir.
Böylece, toplumun ekonomik temelinin sosyalizmle değişimiyle, cinsel ilişkilerin yargılanmasında yeni bir moral düzey de doğacaktır. Engels’in sözleriyle, monogami (tek-eşlilik) gelişirken tohum olarak var olan “yeni bir unsur gündeme gelebilecektir: bireysel cinsel aşk—bir erkek ve bir kadın istedikleri için birleşeceklerdir ve ekonomik nedenler için değil!
Böylece, görülecektir ki, kadın sorunu yalnızca toplumun ekonomik temelinin—kapitalist üretim biçiminden sosyalist üretim biçimine—dönüşümüyle çözülebilir.
Şimdi de, kapitalizmin toplumda kadının durumunu nasıl etkilediğini görelim.
Marx, büyük eseri “KAPİTAL”inde. feodalizmden kapitalizme geçişi ve kapitalizmin gelişmesini bize detaylı olarak açıkladı. O, artı-değer kavramını açıkladı: ve üretim araçlarının sahibi olan burjuvazinin proletaryayı (üretim araçları sahibi olmayanları. işgüçlerinden başka satacak hiçbir şeyi olmayanları) nasıl kullandığını ve makineleşmenin ilerlemesi ile daha da fazla artı değeri nasıl elde ettiklerini açıkladı. Bu broşürün amacı sermaye üzerine detaylı durmak değildir, fakat, kapitalizmin kadının hayatını nasıl etkilediğini açıklamaktır.
Kapitalizmde, kadını ilk etkileyen olgu, makineleşmenin geniş çapta ilerlemesiydi; adale gücünü gerekli kılmayan makineler yerleştirildikçe, kadınlar ve çocuklar işyerindeki işçilere katıldılar: onların avantajı işgüçlerinin erkeklerinkinden daha ucuz olmasıydı. “Kadınlarla çocukların yığınlar halinde işçi saflarına katılmalarıyla, makine, ensonu, manüfaktür döneminde erkek işçilerin sermayenin zorbalığına karşı sürdürdüğü direnmeyi kırmış olur.” (Kapital, s. 415) Makineleşme ayrıca, resmi olarak, karşılıklı ilişkilerde kapitalistler ve işçiler arasındaki sözleşmeyi devrimcileştirdi.
Kadının dışarıda çalışmasının etkileri neler olmuştur?
1) Feodalizm döneminde, ev ekonomisindeki emek ile iş piyasasındaki bir işçinin emeği arasında bir fark yoktu. Örneğin, bir çiftçi ve çiftlikte ya da zanaatta çalışan aile vs. (örneğin dokuma, ekmek yapımı, el zanaatları). Kapitalizm şartlarında ise belirli bir farklılık ortaya çıktı. İş piyasasındaki işçiye, evde çalışandan daha fazla önem verildi.
2) Kadınların zamanlarının çoğunu ev dışında, bir işyerinde, çalışarak geçirmesi, onları, ihtiyaçlarını evde üretmek yerine piyasadan meta olarak satın almaya zorladı: örneğin, yiyecek, giyecek vs. Evde yapmak yerine satın alma vs.
3)Ailenin gereksinmelerini karşılayabilmesi için kadının da çalışması gerekliydi. Çünkü, sadece erkeğin ekmeği kazanmasıyla yaşamın sürdürülmesi daha zor ve olanaksız hale gelmişti. Ayrıca, Marx’ın dediği gibi, ailenin bütün bireylerinin işçi piyasasına sürdürülmesi ile, erkeğin emek-gücünün değerinin tüm aileye bölüştürülmesine yol açtı. Bu nedenle, emek-gücünün değerinin sadece bireyin gerekli emek zamanı tarafından değil, fakat aynı zamanda kendi ailesini geçindirmek için gerekli emek zamanı tarafından belirlendiğini gösterdi. Eskiden, erkek işçinin özgür olarak kendi emek-gücünü belli bir ücret karşılığı sattığını belirten Marx, şimdi bu işçilerin karısını ve çocuklarını satmak zorunda kaldığını da belirtti—“O, şimdi bir köle tüccarı oldu.”
Yukarıda belirtilen gelişmelerin sonuçları nelerdir?
1) Daha önce belirtildiği gibi. erkek işçinin emek-gücünün bütün aile arasındaki bölüşülmüşlüğü devam etmektedir ve kadının emek-gücünün satılması bu yüzden hala daha gereklidir.
2) Marx’ın yazılarında ve özellikle Engels’in “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” eserinde belirttikleri gibi aileler, birçok cefa ile karşılaştılar. (1832 yılından beri işgününün 12 saate indirilmesine rağmen) İşçiler günde 18 saate kadar çalışıyorlardı. Kadınların ve çocukların aşırı çalışmaları yüzünden durumları çok kötü idi.
3) Çocuk ve anne arasındaki bağ, fiziki ve ekonomik olarak darbe yedi; örneğin, anne işçinin göğüslerinin süt dolu oluşu sürekli çalışması yüzünden çocuğunu emzirememesinden dolayı göğüsleri sızlıyordu: anne ve çocuk arasındaki hissi bağ önemli ölçüde zedelendi, çocuklar öksüz gibi ortalıkta dolaşmaya başladılar, aileler çocuklarının yaşamasını ya da ölmesini umursamaz hale geldiler”. vs.
Marx, ayrıca, makinelerin kullanımının artı-değeri artırdığını ve dolayısıyla, proletaryanın sömürülmesinin de arttığını belirtiyor. Böylece, işçi sendikaları ile baskı uygulanarak 8 saatlik iş gününün en sonunda kazanılması başarıldığı halde artı-değer azalmadı. Çünkü (i) daha iyi ve verimli makinelerin icat edilmesi. (ii) daha fazla makine ile aynı sayıda işçilerin çalışması (işçi sayısında azaltma), (iii) bu az zaman süresinde işçilerin daha fazla enerji ya da emek harcaması (eskiden uzun saatler çalıştıkları halde) eskiye kıyasla daha fazla emek harcamaları sonucunu verdi.
Böylece, kapitalizm çağında, kadınların durumunda büyük ölçüde değişiklikler görürüz. Var olabilmek (yaşayabilmek, hayatta kalabilmek) için evin dışında, bir işyerinde çalışmak zorunda kaldılar ve erkek karşıtları gibi onlar da yabancılaştılar, fazla cefa çektiler. Burjuvazinin, proletaryanın enerjisini son damlasına kadar emdiği. açık bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca kadınlar, emek-gücünü meta olarak satamadığında kendini meta olarak satmak zorunda kaldılar—fuhuş.
Tüm bunlara rağmen Marx, kapitalizmin bu aşamasının gerekli bir aşama olduğunu belirtti. Çünkü her üretim biçimi, geçmişe oranla toplumu bir üst düzeye daha ilerletir ve bu durumda kapitalizm, kadını ev alanından çıkartarak onları erkek işçilerin alanına yerleştirdi: yani kadınlar iş piyasasına tanıştırıldılar. kapitalizmi yıkacak devrimin öncüsü proletaryanın saflarına katıldılar. Kapitalizm hakkında yukarıda söylenenleri bugünle nasıl bağdaştırabiliriz? Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmde olgular değişti mi? Toplumu daha iyiye doğru değiştirmek için hala daha devrime gereksinim var mıdır?
Biz geçmiş işçilere nazaran, bugün, kendimizi daha iyi durumda hissedebiliriz. Bir bakıma bu öyledir: örneğin, işçi sınıfının mücadeleleri ile ve sendikalarla bazı ekonomik ve demokratik haklar—8 saatlik işgünü, herkese oy hakkı, sosyal hizmetler sistemleri vs.—kazanılmıştır. FAKAT, toplumumuzun amaç ve doğasını saklayan peçenin arasından baktığımızda, emperyalizm aşamasında sömürünün temel karakterinin aynı olduğunu görürüz. Makineleşmenin ve teknolojinin yardımı ile işçilerden maksimum artı-değeri elde eden üretim araçları sahibi burjuvazi, işçileri son noktasına kadar sömürmek için gizlice tezgahlar kurarak, yıkım ve sefalet alanını tüm dünyada genişlettiler. Bugün, işçilerin yoğun işletilmesi, artı-değeri elde etmek ve korumak için binlerce işçi işsiz bırakılmaktadır. Bunların etkileri kadınlar üzerinde nasıldır?
1) Kadınlar iş piyasasında çalıştığında (çoğu zaman) ev işlerinde zincire vurulmuştur; yani çalışan kadınlar, iş piyasasındaki işini korumanın, evdeki işleri yürütmenin ve çocuklara bakmanın yanında tüm diğer baskıları da göğüslemek zorunda kaldığından, bir bütün olarak erkeklerden en az iki misli daha fazla çalışmak zorundadırlar.
2) Özellikle çocukları olan kadınlar. işyerinde daha fazla ezilmektedirler. Kötü davranışlara karşı yasalar olduğu halde. bir yandan yasaların belirginsizliği, diğer yandan yasaların uygulanışının takip edilmemesi, bu yasaları etkisiz kılmaktadır.
3) İşlerde yarım günlük iş (part-time) çalıştıklarından daha az haklara sahip olmakta, en fazla sömürülenler ve işten ilk atılanlar onlar olmaktadırlar.
Marx’ın ortaya koyduğu gibi: Onlar, işçi sınıfının yedek ordusudur; yani az işçiye ihtiyaç olduğunda işten ilk atılanlar ve onların iş gücüne özel olarak ihtiyaç duyulan olaylar karşısında (örneğin savaşlar vs.) işe geri alınanlardır. Emekçi kadınlar! Etrafınıza bakınız! Bu durumunuzdan memnun musunuz? Bu şartlar altında çalışmaktan veya çocuklarınız için yeterli çocuk bakım merkezleri olmadığı için çoğu zamanlar ev işlerinizin sizin sırtınıza yüklenmesi yüzünden sosyal olarak yararlı bir hayat yaşamaktan alıkonulmaya razı. mısınız? Kadınların, kapitalizmde, kapitalist sistem ve kocası tarafından çift baskı altında olduğunu Lenin belirtmişti!!! Olgular daha iyiye doğru gerçekten değişmiş midir? Burjuva kadınlarının çalışma, ev işlerini yapma, çocuklarına bakım ücretini ödeyebilme ve çocuklarının en iyi eğitimi görmeleri için para harcama (ayni zamanda sağlık hizmetleri vs.) gibi dertlerinin olmayışından rahatsız olmaz mısınız? Onlar canlarının istediğini yapabilirler. Kapitalist sistem burjuva kadınların lüks bir hayat, sınıfının hayatı için gerekli temel ihtiyaçlarını elde etmelerine hemen hemen izin verir.
Hayır, yoldaşlar, biz bu durumdan ne sevinç duyarız ne de memnunluk!!! Fakat ne yapabiliriz? Kendimiz ve çocuklarımız için daha iyi bir hayat için dualar mı edeceğiz?
Hayır! Bu veya şu şeylerin olması için dilekler yapmakla yeteri kadar zaman harcadık: annelerimizin ve büyük annelerimizin hayatlarını nasıl harcadıklarını gördük. Biz onların sayılarına katılmayacağız—Asla!!!
Yoldaşlar, yukarıda görebileceğimiz gibi, Marksizm-Leninizm bize toplumdaki her türlü baskıya karşı mücadele etme ve yoketme için gerekli silahı bize sağlamıştır. Bir bireyin bir diğeriyle ve kadının erkekle eşit olmasını engelleyen, toplumdaki eşitsizliği çoğaltan ve yaygınlaştıran her türlü özel mülkiyet biçimlerini alaşağı etmek için böyle bir silahı kullanma yeteneğini öğrenmek görevimizdir. Yoldaşlar, Engels’in belirttiği gibi, tüm bu sorunların kökeni toplumun ekonomik temelinde yatmaktadır. Dolayısıyla, hoşnut olmadığımız yaşam biçimini kalıcı ve etkin bir şekilde değiştirmek için, toplumu yöneten bu ekonomik süreçleri değiştirmeliyiz. Yoldaşlar, mantıki cevap mücadele etmek için birleşmektir! Onlardan sayılamayacak kadar çok daha fazlayız. Ülke çapında ve enternasyonal alanda diğer işçi kardeşlerimizle birleşelim! İşçi-sınıfının yıkıcı tohumlarını Marksizm-Leninizm sabanıyla ekip biçelim!
Fakat şunu sorabilirsiniz: Belirli haklar için var olan ve mücadele eden diğer demokratik hareketler hakkında ne düşünüyorsunuz? Onlarla ilgili olarak bizim tavrımız ne olmalıdır? Devrimin gelip bizi kurtarmasını oturup bekleyecek miyiz? Hayır!
Komünist Enternasyonal’in 3. Kongresi’nde (Komünist Enternasyonal’in ilk Dört Kongresi’nde Tezler, Kararlar ve Manifestolar, Kısım V). Komünist Partilerinin yalnızca mücadele içinde gelişebileceği belirtilmektedir: “Komünistler her kitle örgütünde öncü olarak hareket etmelidirler. Komünist Partileri yalnızca mücadele içinde gelişebilir. Komünistler, proletaryanın somut mücadelelerine önderlik etmekle ve onları ileriye çekmekle, geniş proleter kitlelerini gerçekten diktatörlük için kazanabilecektir.”
Ama, kapitalizmde proletaryanın durumunun kalıcı olarak iyileştirilmesi olası değildir. Ancak burjuvazinin alaşağı edilmesi ve kapitalist devletlerin yıkılması, işçi sınıfının yaşam şartlarının dönüştürülmesini ve kapitalizm tarafından mahvedilmiş ekonominin yeniden inşasını olası kılacaktır. Bununla beraber, proletarya ivedi pratik talepler için mücadelesini, diktatörlüğünü kurana kadar erteleyecek demek değildir. Yani, komünistlerin esas amacı kapitalist sistemi yıkmaktır, ama bunu başarmak için, Komünist Partileri işçi sınıfının ivedi gereksinmelerini ifade eden talepler öne sürmelidir: örneğin, bu talepler uğruna (kapitalist sistemin devamlılığıyla bağdaştığına bakmaksızın) mücadele etmek için kampanyalar örgütlemek.
Böylece, eğer komünistlerin öne sürdüğü talepler geniş proleter kitlelerinin ivedi gereksinmelerine uygunsa ve eğer, kitleler taleplerinin karşılanmadan yaşamlarını sürdüremeyeceklerine ikna olurlarsa, o zaman, bu talepler etrafında mücadele iktidar için bir başlangıç noktası olur—bu talepler etrafında gittikçe daha fazla insan çekildikçe, ve kitlelerin gereksinmeleri kapitalist toplumun gereksinmeleriyle karşı karşıya geldikçe, işçi sınıfı yaşamak istiyorsa, kapitalizm ölmelidir—Bu, proletarya diktatörlüğü için mücadelede esas neden olacaktır. Yani, Komünist Partisinin görevi “mücadeleyi, bu somut talepler etrafında birleştirmek, genişletmek ve derinleştirmek”tir.
“Leninizmin Temelleri”nde Stalin, “Belirli bir anlamda her ne koparırsan kârdır” sözünün doğru olduğunu, bazı koşullarda genel olarak reformların ve özel olarak uzlaşma ve anlaşmaların gerekli ve yararlı olduğunu Bolşevikler de herkes kadar bilir.” der. Stalin, bir reformist için reformun herşey olduğunu, devrimci çalışmanın ise sadece gelip geçici—sadece lafı edilecek bir konu—olduğunu belirtir. Devamla Stalin, bundan dolayı burjuva iktidarı koşulları içinde, reformist taktiklerle, reformlar kaçınılmaz olarak bu iktidarın sağlamlaştırılması için bir alete, devrimi parçalamak için bir alete dönüştüğünü açıklar.
“Bir devrimci için ise” diyor Stalin, “tersine, esas olan reform değil, devrimci çalışmadır: onun için reform, devrimin ikincil ürününden başka bir şey değildir. Onun içindir ki, burjuva iktidarı koşulları içinde, devrimci taktiklerle reformlar, doğal olarak o iktidarı (burjuva iktidarını—YN) parçalamak için bir alete, devrimi sağlamlaştırmak için bir alete, devrimci hareketi daha da gelişmesi için bir dayanak haline dönüşür.”
Böylece, bir devrimci reformu, legal ve illegal çalışmayı kaynaştırmak ve yoğunlaştırmak için bir yardımcı olarak kabul eder, proleter kitlelerin somut talepleri için mücadele ile sosyalizm mücadelesini birleştirerek. burjuvazinin alaşağı edilmesi için, proleter kitlelerinin devrimci hazırlığını sürdürmede araç olarak yararlanır.
Stalin, “emperyalizm koşulları içinde reformlardan ve anlaşmalardan devrimci şekilde yararlanmanın özü işte budur” der.
Devamla Stalin, “tersine, reformist, reformları tüm illegal çalışmayı reddetmek, kitlelerin devrim için hazırlığını önlemek ve “bağışlanan” reformların gölgesinde dinlenmek için “kabul eder” diyerek, reformistlerin taktiğinin özünün bu olduğuna işaret eder.
Burada emperyalizmin devrilmesinden sonra, reformların durumunun değiştiğine de ayrıca dikkat çekmeliyiz. Her halükarda buna yeri geldiğinde değiniriz.
Marksist-Leninistlerin, emperyalizm koşullarında reform-devrim sorununa yaklaşımı, işte budur!
Toparlarsak, Marksizm-Leninizm’in kadın sorununa yaklaşımı, kadının köleleştirilmesinin kökeninin nedenlerini açıklayışı; kadınların kapitalist toplumda sömürüsünün şekli ve kadınların kurtuluşu mücadelesinde günlük talepler, reformist talepler uğruna mücadele ile devrim arasındaki ilişkiyi koyuştaki temel pozisyonlarını burada özetlemeye çalıştık. Görüşümüze göre Marksist-Leninist yaklaşım, kadın sorununa tek bilimsel yaklaşımdır. Marksizm-Leninizm, kadınları kurtuluşa götürme mücadelesinde elimizdeki tek ve en güçlü silahtır. Onu sonuna kadar kullanalım!

II. MARKSİZM-LENİNİZM VE FEMİNİZM

Yazımızın bu bölümünde, Marksizmin otoritesini sorgulayan feminist hareketin eleştirilerini konu alacak, bu alandaki remel pozisyonları ortaya koymaya çalışacağız.
Genelde, bir bütün olarak feminist hareketin kendisi, kadınların ezilmişliği sorununu teorik bir çerçeve içine oturtma çabası içindedir. Feminist yazında feminizmi bir bütün olarak görmek olası değildir: “Feminizm” kavramının temel anlamı konusunda bile feministler kendi aralarında anlaşmazlık içindedirler. Ayrılık noktalarını ortaya koymak için anarko feminizm, siyah feminizm, kültürel feminizm, lesbian feminizm, radikal feminizm, devrimci feminizm, Marksist feminizm, sosyalist-feminizm, liberal feminizmi, gibi isimler almaktadırlar.
Bunları tek tek ele alıp incelemek yazımızın konusu değil. Ama feministlerin kendi arasında aşağıdaki şu soruya olumlu ya da olumsuz yanıtlar verme doğrultusunda var olan şu saflaşmadan yola çıkabiliriz.
Soru: kadınları kurtarmak için kapitalist sistemi ortadan kaldırmak gerekli midir?
Bu soruya hayır cevabı verenler, yan eşitlik için ileri sürdükleri taleplerin, toplumun yapısını değiştirmeden karşılanabileceğine inananlar, feminist literatürde liberal feminizm, burjuva feminizm vs. diye biliniyor. Bu belirli akımın düşündüğü kadın hareketi, kadınlara belirli gerçekleri gösterecektir, ondan sonra her şey sihirli değnek değmiş gibi değişecektir, yeter ki kadınlar bilinçlensin vs.
Bizim özel ilgi alanımız yukarıdaki soruya olumlu yanıt veren; dolayısıyla sistemi yıkmanın, toplumu değiştirmenin gerektiğinin propagandasını yapan kesimdir. Bu kesimin, toplumu değiştirmekten ne anladığıdır.
Genel olarak bu akımın Marksizme yaklaşımında, bu akım içerisinde Marksizm ve feminizm arasında bir köprü kurmanın gerekliliğini savunanlar olduğu gibi, uzun (!) teorik (!) araştırmalar sonucu, Marksizmin de bir dizi diğer ideoloji gibi erkek hakimiyetçisi bir ideoloji olduğuna karar kılıp, onu sembolik olarak erkek şövenisti bir koca derekesine indirgeyip dolayısıyla Marksizmden boşanmanın gerekliliğini savunanlar da vardır.
Biz, Marksizm’den boşanmak istemeyenlere ve görüşümüze göre böylelikle Marksizmin revize edilmesini, oportünizmi, revizyonizmi kadınların kurtuluşu sorununa taşıma görevini üstlenenlere sayfalarımızı ayırdık. Aşağıda onların Marksizm ile ilgili, Marksizm-Leninizm’e karşı temel düşüncelerini ve bu düşüncelerin Marksizm-Leninizm ile olan “akrabalığını”(!) sergilemeye çalıştık.

“MARX’IN KENDİSİ KADIN SORUNUNA ÇOK AZ ÖNEM VERMİŞTİR” İDDİASI ÜZERİNE

Marx’ın eserlerinde kadınların kurtuluş mücadelesinin unsurları olan bir dizi günlük, siyasi sorunla ilgili yazılmış yazıların kapsamının hayli sınırlı olduğu bir gerçektir. Marx, özellikle de feministlerin görmek istediği gibi bu konuda her derde deva ilaç, cinsiyetçiliğe karşı ilaç vb. reçeteler yazmamıştır.
Bir sorunu çözmeye soyunanlar, önce kendilerine şunu sormak zorundadırlar? Bu sorunun kaynağı nedir? Konumuzla bağıntılı olarak, kadınların ikinci sınıf cins muamelesi görmesinin tarihi kökleri nerede yatmaktadır? Olayların, sosyal ilişkilerin tarihi köklerine inmeden, bunlar arasındaki bağları tarihi olarak ortaya koyan bilimsel bir cevap vermeden, sorunu çözmede hangi yollara başvurulacağı bilinemeyeceği gibi, sorunun köklü bir çözümü olanaksız olacaktır. işte Marx’ın otoritesi öncelikle bu çerçevede ele alınmalıdır.
Burada Clara Zetki’in” Kadınlar Marx’a Ne Borçludur?” adlı makalesinden tam da yerinde söylenmiş şu sözleri. Aktarmak sanırız yerinde olacaktır:
“Açıktır ki, Marx. “perse’ veya “öylesine kapsamlı bir şekilde” kadın sorunuyla hiç uğraşmamıştır. Yine de o kadınların tüm haklarını kazanmak için en önemli ve yeri alınamaz silahları yarattı. Onun materyalist tarih kavrayışı bize kadın sorununa ait bazı formüller sağlamadı, ama o bizim için çok daha önemli bir şey yaptı: O bize, bu sorunu incelemek ve kavramak için doğru, yanılmaz bir metod verdi. Bizim kadın sorununu evrensel tarih gelişmesinin akışı ve evrensel geçerliliğe sahip sosyal ilişkiler ve onların tarihi gerekliliği ve haklılığı ışığı içinde anlamamızı mümkün kılan sadece materyalist tarih kavrayışı olmuştur. Sadece bu şekildedir ki, tüm bunların itici güçleri ve amaçlarını ayrıca tüm bu sorunların çözümü için elzem olan şartları anlayabildik.” (Clara Zetkin, Seçme Yazılar, s. 93. İng., bizim tercümemiz)
Marx’ın bizim elimize böyle güçlü bir silah vermesinin yanısıra;
Marx ve Engels’in ortak çalışmasının ürünü olan sınıf mücadelesi teorisi, kapitalist toplumun gelişmesi, proletaryanın gelişmesini ortaya koyan Komünist Manifesto’daki ailenin ortadan kalkması ve bunun nedenleri hakkındaki değerli bölümü;
Marx’ın modern kapitalist toplumun tabiatını ve gelişmesini en ince noktalarına kadar incelediği, artı-değer teorisinin açıklanmasından sonra; sermaye ve emek arasındaki ilişkinin ortaya konduğu şaheseri KAPİTAL’inde, kadın ve çocuk emeğinin tartışıldığı bölümleri ayrıca hatırlatmadan geçmek istemiyoruz. Feministlerin, Marx’ın kadın sorunuyla fazla ilgilenmediği şeklindeki iddiaları sorunlara bilimsel yaklaşımdan uzak, tutmayacak bir iddiadır.
Fakat aslında feministlerin gerçek sorunu, Marx’ın çalışmalarında kadınlarla ilgili yazıların az yer tutmuş olması falan değildir. Onların asıl sorunu, Marx’ın, Marksizmin, kadın sorununu tarihi materyalist bir anlayışla yorumlanmasıyla ilgilidir. Esas sorunları budur; şimdi onu sergileyelim.

“MARKSİZM, SINIF BASKISINI TEMEL ALMAKTA, CİNSEL BASKIYA ÖNEM VERMEMEKTEDİR” İDDİASI ÜZERİNE

Sosyalist-feminist literatürde sık sık rastladığımız şu tespitlere bir göz atalım:
“Her ne kadar Marksizm, kadınların kurtuluşuna teorik olarak kendini adamış ise de, Marksizm ve feminizm arasında uzun ve sürekli bir anlaşmazlık vardır. Bu, genellikle sınıf baskısı mı, yoksa cinsel baskı mı önceliklidir noktasında kendini göstermektedir. Geleneksel olarak Marksizm sınıf mücadelesini temel olarak ele alırken, feminizm (özellikle radikal feminizm) erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetinin esas olduğuna inanmaktadır.” (Feminizm Ansiklopedisi. Lisa Tuttle, s. 197, Marksist-Feminizm, İng., bizim tercümemiz )
Feministler sınıfsal baskıdan bahsettikleri yerde özellikle ve ayrıca bir cinsel baskı sisteminden sözetmeyi siyasetlerine temel edinmişlerdir.
Şöyle bir alıntıyla devam edelim:
“Feminizmin nesnesi cinsler arası ilişkiler. Bu ilişkilerin doğası ne belli bir üretim tarzına dayalı olarak açıklanabiliyor, ne de cinsler arası ilişkiler üretim süreçlerine dayalı bir biçimde tanımlandığında kadınların ezilmişliği sorununun kuramsal çerçevesi yerine oturtulmuş oluyor.” (Zemin. Mart 1987, Kadın Sorunu Değil Feminizm, s. 26)
Feminist literatürün esas olarak ele aldığı cinsel ilişkilerin doğasıdır, bunun açıklanmasıdır, kadın ve erkeğin ayrı cinsler olarak toplumda belirgin rolleri—cinsel rolleri vardır (erkeğin saldırgan rolde, kadının pasif rolde olması, vb. gibi). Feministler’e göre asıl önemli olan bu belirgin cinsel-roller sisteminin, cinsler arası işbölümünün nasıl ortaya çıktığı, nasıl geliştiği, vs.nin araştırılmasıdır.
Onlara göre “kadınların kurtuluşu ile sosyalizm mücadelesi arasındaki ilişkiyi sorgularken şu yanlışlardan sakınılmalıdır:
Kadınların bir cins olarak cinsiyetlerinden ötürü ezildiklerini önemsememek ve bu ezilmeyi sadece işçi sınıfının sömürülmesinin bir yönü olarak görmek.
Ana ilgi alanı işçi hareketi olup toplumda var olan diğer özgürlük hareketlerini (kadınlar, etnik guruplar vb.) ancak işçi hareketi ile ilişkileri içinde ve ona bağımlı olarak değerlendirmek.
Toplumda var olan eşitsizliklerden sadece birini—sınıfsal eşitsizliği görüp onun yanısıra var olan toplumsal eşitsizliği önemsememek.
* Kadınların kadın olmalarından ötürü yaşadıkları özgül konumu, cinsiyetçilik temelinde kadınların ikinci plana atılmasını toplumun kadınlara ve erkeklere yüklediği “kadınlık” ve “erkeklik” rollerinin sorgulanmasını bir kenara bırakarak kadınları ve erkekleri kapsayan “soyut insan” teorileri ileri sürmek.” (“Zemin, Aylık Sosyalist Dergi”, Mart 1987, “Kadınların kurtuluşu ve Sosyalizm Üzerine Notlar”)
Kısacası, kadının (aile içinde) bir cins olarak ezilmesi, kadının (iş yerinde) kapitalist sınıf baskısı altında olması ayrı bir gerçeklik, ayrı sistemler olarak ele alınmalıdır. Sosyalist feminizmin düşünce sistemindeki temel düalizm (iki taraflılık) işte budur.
Bu temel düalizmden yola çıkarak kadının üzerindeki baskının özel teorik karakterini arama çabasında olan feministler, gerçekte Marksist bilimin temel taşlarından olan tarihin materyalist kavrayışıyla hemfikir değildirler.
Değil yalnızca cinsel ilişkiler, insanlar arasındaki ilişkilerin, sosyal ilişkilerin hiçbirine kayıtsız kalmayan Marksizm daha 19. yüzyılın ortasında, bu ilişkilerin yerini, kaynağını ve mücadelenin esas yönünü şöyle ortaya koyuyordu:
“Manifesto, ikimizin ortak ürünü olduğundan onun özünü oluşturan temel önermenin Marx’a ait olduğunu belirtmek zorunda olduğumu düşünüyorum. Bu önerme şudur: her tarihsel dönemde, egemen olan iktisadi üretim ve değişim biçimi ve bunun zorunlu sonucu olan toplumsal örgütlenme, o dönemin siyaset ve düşünce tarihinin üzerine kurulu olduğu ve ancak onunla açıklanabilen temeli oluşturur; bunun sonucu olarak, insanlığın tüm tarihi (toprağı, ortak mülkiyet halinde tutan ilkel aşiret toplumunun dağılmasından beri) sınıf savaşımların, sömüren ile sömürülen, egemen ile ezilen sınıfların çelişmelerinin tarihi olmuştur, bu sınıf savaşımlarının tarihi, bugünlerde sömürülen ve ezilen sınıfın—proletaryanın—o aynı zamanda, toplumu da, her türlü sömürüden, ezilmeden, sınıf ayırımlarından ve sınıf savaşımlarından bir defada ve tamamıyla büyük ölçüde kurtarmaksızın. kendisini sömüren ve egemen olan sınıfın—burjuvazinin—yönetiminden kurtaramayacağı bir aşamaya erişmiş bulunduğu bir evrimler dizisi oluşturur.” (Komünist Manifesto, F. Engels’in İngilizce baskıya Önsöz’ü, 30 Ocak 1888)
Bir kez daha vurgulayalım:
“Toplumun ekonomik yapısı, üzerinde hukuki ve siyasi üst yapının yükseltildiği ve kendisine belirli sosyal düşünce şekillerinin uygun düştüğü gerçek temeldir, kısacası üretim tarzı genel olarak sosyal, siyasi ve entellektüel hayatın karakterini belirler.”(K. Marks, Önsöz, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı.)
İşte Feministlerin üretim ve yeniden üretim arasındaki ilişkide teorik olarak revize ettikleri esas nokta budur. İnsanlar arasındaki ilişkilerde belirleyici olan iktisadi üretim ve değişim ilişkileri olduğu gereğini bir kenara itme, onun yerine cinsler arası ilişkilerde erkeğin kadının cinselliği ve doğurganlığı (Yeniden Üretim) üzerindeki hakimiyeti şeklinde kendini gösteren erkek egemenliğinin sosyal sistemini geçirme.
Şöyle ki:
“Yeniden üretim, bütün toplumlarda kadınların ezilmesinin ortak temeli ama bu ortak temel, üretim ilişkileri ile bir arada ele alındığında farklı ezilme biçimlerine yol açıyor.” (“11. Tez, Sosyalist-Feminizm Olanaklı Mı?)
Bir de Engels’in bu konuda tarihi materyalist anlayışına bakalım:
“Materyalist anlayışa göre tarihteki egemen etken, son tahlilde, maddi yaşamın üretimi ve yeniden-üretimidir. Ama bu üretim ikili bir özelliğe sahiptir. Bir yandan, yaşama araçlarının, beslenmeye, giyinmeye, barınmaya yarayan şeylerle, bunların gerektirdiği aletlerin üretimi: öbür yandan bizzat insanların üretimi, türün üremesi. Belli bir tarihsel dönem ve belli bir ülkedeki insanların içinde yaşadıkları toplumsal kurumlar, bu iki türlü üretim tarafından, bir yandan çalışmanın, öbür yandan da ailenin erişmiş bulunduğu gelişme aşaması tarafından belirlenir. Çalışmanın erişmiş bulunduğu gelişme aşaması ne kadar düşük, toplum çalışma ürünü ve bunun sonucu, toplumun sahip bulunduğu servet ne kadar az ise, kan ilişkilerinin üstün etkisi, toplum düzeni üzerinde o kadar çok belirleyici görünür. Ama, kan ilişkileri üzerine dayanan bu toplumsal yapı çerçevesinde, çalışma üretkenliği gitgide artar ve onunla birlikte, özel mülkiyet ve değişim, servetler arasındaki eşitsizlik, başkasının emek gücünden yararlanabilme olanağı, sonuç olarak, sınıflar arasındaki karşıtlıkların temeli de gelişir; bütün bu yeni toplumsal öğeler, kuşaklar boyunca, eski toplumsal kuruluşu yeni koşullara uydurmak için, bunların arasındaki bağdaşmazlık tam bir devrim sonucu verene kadar, var güçleriyle etkide bulunurlar. Kan ilişkileri üzerine kurulmuş eski toplum, yeni yeni gelişmiş toplumsal sınıfların çatışması sonucu değişir: yerini artık dayanaklarını kan ilişkileri üzerine kurulmuş toplulukların değil, belirli bir ülkede yaşayan toplulukların oluşturduğu devlet içinde örgütlenen aile rejiminin tamamen mülkiyet rejimi tarafından belirlendiği günümüze kadar gelen yazılı tarihin bütün özünü biçimlendiren sınıflar çatışması ve sınıflar savaşımının bundan böyle içinde özgürce geliştiği yeni bir topluma bırakır.” (F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 1. Baskısına Önsözü)
Engels’in üretim ve yeniden üretim arasındaki ilişkiye getirdiği açıklık budur.
Evet. İnsanlık tarihinde, yazılı tarihten çok önceleri; toplumsal düzenin, iktisadi üretim dışında, kan ilişkileri (cinsel bağlar, doğurganlık, yeniden üretim, vs.) tarafından belirleyiciliğinin göründüğü bir dönem yaşanmıştır. Bu dönem Engels’in anlattığı gibi; maddi yaşamın üretimi açısından insanlığın en ilkel dönemleridir. Kan ilişkilerinin toplum düzeni üzerinde önemli oranda belirleyiciliğinin göründüğü bu dönemde ise—feministlerin özellikle dikkatini çekmek isteriz ki—kadınlar toplumda en saygıdeğer rollerde idiler. Doğal bir işbölümünün sonucu, insan guruplarının yaşayabilmesi için en temel besin maddelerini elde etmede, en güvenceli bir yol alan bitki toplayıcılık gibi işlerle kadınların uğraşması onlara bu saygınlığı kazandırıyordu. Fakat bu durum, çalışma üretkenliğinin artması ve nihayet özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla son buluyor, ve artık “aile rejiminin tamamen mülkiyet rejimi tarafından belirlendiği günümüze kadar gelen yazılı tarih” başlıyordu.
Açıktır ki Feministler, Marksist klasik eserler arasında olan ve kadın sorununa teorik açıklık getiren Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”ne bir dizi eleştiri yöneltmektedirler. Bu eleştirileri ayrı bir yazıda ele alacağız.
Bu bölümle ilgili söyleyeceklerimiz şimdilik bu kadar.



“ ‘KADININ KURTULUŞU SOSYALİZMDEDİR’ DİYEN MARKSİZM, KADINLARIN KURTULUŞ MÜCADELESİNİ SOSYALİZME ERTELİYOR” İDDİASI ÜZERİNE

Alman komünisti Clara Zetkin’in yaşamından birkaç örnekle başlayalım: 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü’nün, Marksizm anlayışına bağlı olarak her yıl kutlanması için, II. Enternasyonal Kadınlar Konferansı’na öneri götüren ve bu önerisi kabul edilen Clara Zetkin’in hayatı, kadınların kurtuluşu için yürüttüğü mücadelelerle doludur. 1890’larda Avrupa’da kitlesel olarak işçi sınıfından kadınların kurtuluşu hareketini örgütleyenlerden biridir Clara Zetkin. 1892-1917 yılları arasında çıkan, 1914’de tirajı 125,000’i bulan EŞİTLİK (EQUALITY) adlı sosyalist kadın gazetesinin editörü idi.
Clara Zetkin, Marksist-Leninist politikayı kadınların kurtuluş mücadelesinde, gerek değerli yazılarıyla, gerek pratiği ile uygulayan, proleter bir kadın hareketi yaratmada önde gelen bir Marksisttir.
Marksist-Leninist politika ne demektir?
Marksist-Leninist politika; günlük talepler (ekonomik, demokratik talepler), reform talepleri için verilen mücadeleye tamamıyla kendini kaptırmamak demektir.
Marksist-Leninist politika, işçi sınıfının siyasi eğitiminde aktif bir şekilde yer almak ve onun siyasi bilincini yükseltmek demektir.
Marksist-Leninist politika, toplumda var olan her türlü baskıya, haksızlığa karşı çıkarken, bunların arasındaki bağı kurmak; ve çeşitli özgürlük hareketlerini, iktidara yönelik siyasi bir güç olarak örgütlemektir.
Hayır; Marksist-Leninistler emekçi kadınların, eşit işe eşit ücret; çocuk aldırmanın parasız ve yasal olması: çocuk bakım merkezlerinin iyileştirilmesi; eğitimde eşit haklar ve fırsatlardan yararlanma; dayağa karşı olma ve daha bir dizi sayabileceğimiz talepler için verilen mücadeleyi sosyalizme ertelemezler.
Onlar, bütün bu hakların gerçekte sosyalizm şartlarında tam anlamıyla kazanılacağını söylerler, hali hazırda var olan hakları, kısıtlamakla, sınırlamakla meşgul burjuvazinin, ve onun sistemi kapitalizmin yukarıdaki demokratik hakları sorununa kadar hiç bir zaman vermeyeceğini ortaya koyarlar.
Marksist-Leninistler işe bunun bilincinde demokratik, ekonomik talepler uğruna verilen mücadelede, reform mücadelesinde, bu mücadeleyi burjuva iktidarı devirmeye; devrim için yığınları hazırlamaya yönelik mücadeleye dönüştürmek için yer alırlar, tarih boyunca da böyle yer almışlardır.
Feminizmin “erteleyici”lik noktasında Marksizm’le anlaşamadığı esas nokta da budur. Onlar, kadınların kurtuluşu mücadelelerini, işçi sınıfı mücadelesinden kopararak; reformlar için mücadeleyi herşey görerek; dolayısıyla, bütün bu baskılarının kaynağının sınıflı toplum olduğu; sınıfsız toplumda, komünizmde toplumsal baskıların maddi temelinin ortadan kalkmasıyla yepyeni bir toplumun ortaya çıkacağı, ve bu yeni yaşamda “bir kadını asla parayla ya da başka bir toplumsal güç aracılığıyla satın almamış olacak yeni bir erkekler kuşağı; kendini, gerçek aşktan başka hiç bir nedenle bir erkeğe vermeyecek, ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdi§i kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı” (Engels) olacağı gerçeğini işçi ve emekçi kadınlara anlatmamakta, emekçi kadınlara yanlış yön göstermektedirler. Emekçi kadınların kurtuluşunu ertelemektedir.
Toparlayalım;
Feminist akım arasında kadınların kurtuluşu için kapitalist sistemin ortadan kalkmasını, toplumun yapısında bir değişiklik olmasını savunanlar; var olan görüşleriyle, faaliyetleriyle toplumun yapısını değiştiremezler.
İnsanlık tarihinin tarihi materyalist kavrayışına karşı, Marksist-Leninist reform-devrim anlayışına karşı olan bu akım, orijinal bir akım değildir. Kendilerine hangi isimi takarlarsa taksınlar feminizm, Marksizm, sosyalizm adına konuştuğu oranda, reformizdir, ekonomizmdir, oportünizmdir, revizyonizmdir.
Teorisi, tarihi materyalizmin revizyonuna dayanan revizyonist bir teori, bu temelde önerdiği siyasetler ise kaçınılmaz olarak oportünist bir siyasettir.

YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM!
EMEKÇİ KADINLAR KATILMADAN DEVRİM OLAMAZ! DEVRİM OLMADAN
EMEKÇİ KADINLAR KURTULAMAZ!

“Proleter kadınlar, şu sözler sizler için proleter erkeklerden daha fazla geçerlidir:

ZİNCİRLERİNİZDEN BAŞKA KAYBEDECEK BİRŞEYİNİZ YOK, FAKAT KAZANACAĞINIZ KOCA BİR DÜNYA VAR.”
(Clara Zetkin)

“KOMÜNİZM, ÇEŞİTLİ SINIFLARDAN KADINLARIN ORTAK ÇABALARININ SONUCU DEĞİL, ANCAK TÜM SÖMÜRÜLENLERİN ORTAK MÜCADELESİ SONUCU OLASIDIR.”
(Komintern)

YAŞASIN ENTERNASYONAL PROLETER KADINLAR GÜNÜ!