KOMÜNİST ENTERNASYONAL
28 Kasım 1928
KOMÜNİST ENTERNASYONAL 6. DÜNYA KONGRESİ
TEZLER VE KARARLARI
Enternasyonal Basın Yazışmaları, 28 Kasım 1928,
Cilt 8, No. 84, Özel Sayı, İngilizce Baskı.
2003
İÇİNDEKİLER
EMPERYALİST SAVAŞ TEHDİTİ
Birinci Dünya Savaşından on yıl sonra, büyük emperyalist güçler savaşı ciddi ciddi bertaraf eden bir anlaşma imzaladılar. Onlar, silahsızlanmadan söz ediyorlar. Uluslararası sosyal demokrasi önderlerinin desteğini de alarak tekelci kapitalizmin dünyaya barış sağlayacağı inancını yayıp işçileri ve emekçi kitleleri aldatma yollarını arıyorlar.
Komünist Enternasyonal’in VI. Dünya Kongresi bütün bu manevraları, çalışan kitlelerin alçakça aldatılması sayarak mahkum eder. Uluslararası proletaryaya, emekçilere ve dünyanın ezilen halklarına son yılların tecrübelerini, sömürge halklara karşı sürekli olarak yürütülen küçük yağma savaşlarını ve geçen yılın olaylarını hatırlatır: Çin devrimine müdahale, Çin’in yeniden paylaşımı için güçler arasındaki keskinleşen çatışma. Polonya’daki birliklerin seferberliği, Litvanya’nın bağımsızlığına yönelik ciddi tehdit ve bunlara bağlı olarak Büyük Britanya önderliğindeki emperyalist blokun Sovyetler Birliği’ne yönelik ve sürekli büyüyen savaş tehditi Komünist Enternasyonal’in VI. Dünya Kongresi emperyalistlerin aniden patlak verebilecek müthiş bir dünya yangınına yol açacak olan, canice savaş politikasını gösteren bütün bu olguları hatırlatır.
VI. Dünya Kongresi önümüzdeki savaşın siyasi ve ekonomik itici güçlerini şimdiden tahlil etmiştir.
V. Dünya Kongresinden beri dünya konumundaki değişikliklerin belirleyici nitelikleri; kapitalizmin bütün çelişkilerinin muazzam ölçüde yoğunlaşması, Sovyetler Birliği’ndeki büyük iktisadi ve siyasi güçlerle, sömürge ve yan-sömürge ülkelerde—özellikle Çin’de—milli devrimci hareketlerin hızla büyümesi ve kapitalist ülkelerde burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasıdır.
Pazarlar için mücadelede emperyalistler arasındaki antagonizmalar çok daha keskin bir şekilde kendini gösteriyor. Fakat, emperyalist güçler arasındaki antagonizmalardan daha şiddetli olarak, dünyayı iki kampa bölen temel antagonizma gelişiyor. Bir yanda bütün kapitalist dünya: diğer yanda, etrafında uluslararası proletarya ile sömürgelerin ezilen halklarının toplandığı SSCB.
Sovyet sisteminin ve Çin devriminin imha edilmesi, Çin üzerinde sınırsız hakimiyet ve bu ülkelerin çok büyük hammadde kaynaklarıyla pazarlarına sahip olmak için girişilen kavga, uluslararası sermaye için son derece önemli bir meseledir ve şimdi korku saçan yeni bir emperyalist savaşın yakın tehlikesinin esasını oluşturmaktadır.
Yaklaşan emperyalist savaş yalnızca muazzam ölçüde materyalin kullanıldığı teknik bir savaş olmakla kalmayacak, aynı zamanda geniş milyonları, hatta savaşan ülkelerin nüfusunun çoğunluğunu kapsayacaktır. Cephe ve cephe gerisi arasındaki sınır gittikçe daha fazla silinme eğilimi göstermektedir.
Kongre, bütün kapitalist ülkelerde silahlanmadaki muazzam artışa, savaş tekniği alanında büyük ilerlemelere, kitlelerin ve sanayiin askerileştirilmesi tedbirlerine işaret eder; faşist İtalya’da askerileşme (militarizasyon) Fransa’daki askeri reform, Çekoslovakya’daki gerici ordu yasaları, büyük emperyalist güçlerin genel kurmay yönetimi altında Polonya ve Romanya’da artan askeri hazırlıklar, Almanya’da eski militarizmi yeni biçimlerde yeniden inşa etme hazırlıkları, Amerika’da kitle halinde askerleştirilme, Büyük Britanya’da, sömürgelerde ve özellikle Hindistan’da askeri hazırlıklar vb. Amerika ve İngiltere arasındaki denizlerde rekabet yeni bir dünya silahlanma yarışı başlamıştır. Şimdiki askerleştirilmenin en önemli yeni etkenlerinden biri, gençliğin askerleştirilmesindeki yoğunlaşmadır. Ve bu askerileşme, pratikte bazı yerlerde resmi olarak kadınlara kadar uzanmaktadır (Fransa, Polonya, Bulgaristan, vb.).
Emperyalistlerin dış rakiplerine karşı silahlanma ve savaş hazırlıkları, kendi ülkelerinde gericiliğin yoğunlaşmasıyla başa baş gitmektedir. “Sakin” bir hinterland olmadan, emperyalistlerin savaşı sürdürmesi imkansızdır. Burjuvazi savaş politikasına karşı işçilerin herhangi bir örgütlü direnişini engellemek için tedbirler almaktadır.
Büyük Britanya’da ve Norveç’te sendika kanunları, Almanya’da uzlaşmazlıklarda hakemlik sistemi, kimya sanayi işletmelerinde işbirliği için Mond planı, “sanayi barışı” kampanyaları, siyasi olmayan sendikalar (Büyük Britanya’da Spencerizm), Amerika’da “şirket sendikaları”, İtalya’da faşist devlet sendikalarının yaratılması ve Fransa’da savaş halinde sendikaları askerileştirme kanunu gibi bazı tedbirler, burjuvazinin “cephe gerisini elinde tutma” siyasetine hizmet etmektedir. Bunlar, savaş ilan edilir edilmez her türlü işçi sınıfı hareketinin askeri olarak bastırılmasını sağlayacak tedbirlerdir.
Diğer taraftan Almanya’da “Stahlhelm”, Finlandiya’da “Sohutzkorps”, Polonya’da “Strelzy” ve Avusturya’da “Heimwehr” tipindeki gayrı-resmi ordular sadece savaş sırasında değil, savaş hazırlıkları döneminde de grev kırmayı ve işçileri zorla bastırmayı hedef almaktadır. Bunlara, bazı ülkelerde kurulan askeri ve yarı-askeri kadın örgütlerini de dahil etmek gerekir. Büyük emperyalist güçler, özellikle SSCB’ne karşı emperyalist savaşın hazırlığı ve yürütülmesinin önemli bir aracı olarak, Güneydoğu Avrupa’ da ve Polonya ile Romanya’da faşizmi desteklemektedirler.
Komünist Partilerine karşı takibat ve bastırma tedbirleri sistemli olarak yoğunlaştırılmakta, tüm emperyalist ülkelerdeki Komintern seksiyonları şu anda tam illegalliğe, “yeraltına” sürülme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadırlar.
Silahlanmanın arttığı ve emperyalist savaşlar için yoğun hazırlıkların yapıldığı bu konumda burjuvazi ve küçük burjuva pasifistleri ikiyüzlü demeçleriyle emekçi kitleleri konumun gerçek olguları hakkında aldatmaya ve pasifizm ile “barış” politikası maskesi altında sistemli olarak onları Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele yanlısı yapmaya uğraşıyorlar, Sovyetler Birliği’ne karşı yaklaşan savaş çığlıkları “Barış için savaş (!), Kahrolsun uygarlığın düşmanı Bolşevizm (!)” olacaktır.
Burjuvazi ile onların sosyal-demokrat ve küçük burjuva pasifist yardakçılarının silahsızlanma güvenliği, hakemlik mahkemeleri, milli politikanın bir unsuru olarak savaşın kanun-dışı edilmesi, vb. hakkında nutukları en iğrenç ikiyüzlülüğün örnekleridir.
Dokuz yıl önce Versay’ın soyguncu “barış”ını savunmak ve dünya devrimci hareketini bastırmak için bir emperyalist ittifak olarak kurulmuş olan Milletler Cemiyeti, günden güne Sovyetler Birliği’ne karşı savaşın hazırlanması ve yürütülmesinde, dolaysız bir araç haline gelmektedir. Milletler Cemiyeti’nin himayesi altında yaratılan ittifaklar ve paktlar, savaş hazırlıklarını kamufle etmenin dolaysız araçlarıdır. Ve bizzat kendileri savaş, özellikle Sovyetler Birliği’ne karşı savaş hazırlıklarının aletidirler.
Emperyalistler savaş politikalarını, ancak uluslararası sosyal-demokrasinin aktif işbirliği sayesinde yürütebilmektedirler. Reformistler, daha 1914-1918 dünya savaşıyla, sosyal yurtsever ve şövenistler olarak teşhir edilmişlerdi. O zamandan beri sosyal-demokrasinin politikası olgunlaşarak, sosyal emperyalizme dönüşmüştür. Bütün tayin edici meselelerde, sosyal demokrasinin ve Amsterdam sendikalarının önderleri emperyalizmin yalnız savunucuları değil, yandaşları (şampiyonları) haline gelmişlerdir. En büyük faaliyetlerini Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist savaş hazırlıklarını desteklemede geliştirmişlerdir. Reformist önderlerin benimsediği ve komünist harekete karşı keskinleşmiş bir saldırı ile sendikalar ile proletaryanın kitle örgütlerinde aktif bölücü taktikleriyle (Almanya, Büyük Britanya) işçi sınıfı hareketi kampında ayrılığı derinleştirmeye yönelik yol; büyük ekonomik mücadelelerdeki bozguncu stratejilerinde olduğu gibi, burjuvaziyi güçlendirmeye, proletaryanın savaş mevzilerini zayıflatmaya ve bu şekilde burjuvazinin yeni bir emperyalist savaşa girişebilmesinin koşullarını hazırlamaya hizmet eder. Proletarya, sosyal-demokrasinin Sovyetler Birliği ile savaş için ideolojik olarak hazırlanma yöntemlerini yakından incelemelidir. Bu yöntemlerden bazıları şunlardır: (a) “Kızıl emperyalizm” ve “Kızıl militarizm” gibi, “faşizm ile bolşevizmin özdeşliği” vb. gibi yalanları yaymak, (b) proletarya diktatörlüğünün, savaşın nedeni veya nedenlerinden biri olduğu iddiası; (c) “biz Sovyetleri destekliyoruz, ancak komünizme ve Komintern’e karşıyız” şeklindeki iki yüzlü tavır: (d) “sol” maskesi altında Sovyetler Hükümetine karşı bozguncu propaganda. Geçen yılki savaş tehlikesi, özellikle Alman sosyal demokratlarının çalışmalarında bu yöntemlerin çeşitli örneklerini göstermiştir. Bu örnekler, sosyal-demokrasinin müttefikleri troçkistler tarafından, örneğin—Thermidor—, “kulaklaştırma” vb. edebiyatıyla da aynı açıklıkla ifade edilmiştir.
Sosyal-demokrasinin sözde solcu önderlerini işçi sınıfı hareketinin en tehlikeli düşmanlar olarak VIII. Plenum’ca tanımlanmıştı. Geçen yılki haince politikalarıyla ve İkinci Enternasyonal’in Brüksel Kongresi’ndeki davranışları, onların bu şekilde tanımlanmasını tamamen doğrulamaktadır. Sovyet rejimi ve dünya komünist hareketini proletaryanın birleşik cephesinin düşmanları, “dünya barışı”nın düşmanları, “gericiliğin müttefikleri” olarak tanımlayarak “sol” laflar altında burjuvaziyi ve sağ reformist önderleri kritik durumlardan kurtarmaya çalışanlar onlardır. Böylece işçileri yanıltıp kafalarını karıştırıyor, ve burjuvaziye de savaş politikasını yürütmekte yardımcı oluyorlar.
Son yılların olayları şunu gösteriyor. Bütün emperyalist güçlerin politikalarında esas cephe gittikçe daha açık olarak Sovyetler Birliği’ne ve Çin devrimine karşı yönelmektedir. Ancak emperyalist güçlerin kendi aralarındaki antagonizmanın keskinleşmesi dikkate alınırsa, dünya hakimiyeti için mücadelede emperyalist gruplar arasında bir çatışma bu savaşın başlamasından önce de mümkündür.
1914-1918 Dünya Savaşını eski çarlık imparatorluğundaki muzaffer proleter devrimine sömürgelerde kurtuluş hareketlerinin gelişmesine ve Avrupa proletaryası için de ayaklanmalar ile devrimci kitle hareketlerine doğrudan doğruya yol açması gibi, yeni bir savaşta Amerika sanayi işçilerini, tarım ülkelerindeki geniş köylü kitlelerini ve sömürgelerdeki milyonlarca ezilen halkları içine alacak güçlü bir devrimci hareket geliştirecektir. Bununla beraber, kapitalizmin—savaşta en keskin ifadesini bulan—bunalımı, açık bir çatışma patlak vermeden önce de, geniş devrimci kitle hareketlerine yol açabilir. Günlük mücadelelerde olduğu gibi, böyle bir harekette de komünistler, devrimci eylem yoluyla iktidarı ele geçirme, burjuvaziyi devirme ve proletarya diktatörlüğünü kurma yolunda kavga vermek amacıyla, kitleleri saflarında birleştirmek ve onlara önderlik etmek için çaba harcamalıdır.
Avrupa ülkelerindeki komünistler, işçilerin acil talepleri için günlük mücadeleyi; iktidar için, burjuvazinin devrilmesi için,—ve ancak en önemli ülkelerde burjuvazinin devrilmesi yoluyladır ki emperyalist savaşlar önlenebilir—. Açık bir mücadele noktasına varana dek keskinleştirmeyi başaramasalar bile yine de bu mücadelenin emperyalizme karşı verilen kavga ile birleştirilmesi, işçilerin faaliyetini hatırı sayılır ölçüde kuvvetlendirecek ve burjuvazinin savaşa hazırlanmasını da, girişmesini de hatırı sayılır ölçüde zorlaştıracaktır Proletaryanın kitle eylemleriyle emperyalist savaş tedbirlerinin ertelenmesinin bu savaşın bir iç savaşa dönüştürülmesi ve emperyalistlerin devrilmesini hatırı sayılır ölçüde kolaylaştıracak koşulları yaratacağı açıktır. Her halükârda proletarya ve emekçi kitleler arasında genel olarak sol yanlısı gelişmelerin artması ve sömürge ile yarı-sömürge ülkelerdeki milli devrimci hareketlerin güçlü gelişimi, Komintern’in etkisinin artan nüfuzu ve dünya burjuvazisinin bütün politikasına karşı—savaş çatışmalarının büyük ölçüde keskinleştirmenin yanısıra fazlalaşan sömürü ve zulme yol açan bir politika—komünistlerin yoğunlaşan mücadelesi için geniş bir temel sağlamaktadır.
II. PROLETARYANIN SAVAŞA KARŞI TAVRI
A. PROLETARYA EMPERYALİST SAVAŞA KARŞI MÜCADELE EDER
Patlak Vermeden Önce Emperyalist Savaşa Karşı Mücadele
Komünistlerin emperyalist savaşa karşı yürüttüğü mücadele, çeşitli renkten pasifistlerin yürüttüğü “savaşa karşı mücadele”den temelde farklıdır, Komünistler savaşa karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinden ayırmazlar. Aksine onu, burjuvaziyi devirmede genel proleter mücadelenin bir parçası olarak görürler. Burjuvazinin iktidarda bulunduğu sürece emperyalist savaşların kaçınılmaz olduğunu bildirirler. Bu gerçek bazen, emperyalist savaşa karşı özel bir mücadele yürütülmesinin faydasız olduğu şeklinde anlaşılıyor. Gerçekten sosyal demokratlar, devrimin oluşunu hızlandırmak için emperyalist savaşı teşvik etmek iddiasıyla Komünistleri kasıtlı olarak suçluyorlar. Birinci yaklaşım yanlıştır, ikincisi ise aptalca bir iftiradır.
Burjuva hakimiyeti altında savaşın kaçınılmaz olduğuna inanmalarına rağmen Komünistler, savaşın yol açtığı, savaşların asıl yükünü taşıyan işçi ve bütün emekçi kitlelerin menfaati için emperyalist savaşa karşı kararlı bir mücadele yürütürler ve emperyalist savaşı proleter devrimi ile önlemeye çalışırlar. Bu mücadelede kitleleri kendi bayrağı altında toplamaya çalışırlar. Savaşın çıkmasını önleyemezlerse, burjuvaziyi devirmek için onu iç savaşa dönüştürmeye uğraşırlar.
Emperyalist savaşa karşı mücadelede komünistlerin ilk görevi burjuvazinin savaş hazırlıklarını ve gerçek devlet meselesini işçi kitlelerinden gizlediği örtüyü parçalamaktır. Bu görev her şeyden evvel pasifizme karşı kararlı bir ideolojik ve siyasi mücadeleyi gerektirir. Bu mücadelede Komünistler çeşitli renkten pasifizme çok dikkat etmelidir. Pasifizmin en önemli biçimleri şöyledir:
(a) Kapitalist hükümetlerin diğerlerine ve Sovyetler Birliği’ne karşı manevralarını gizleyen resmi pasifizm (Milletler Cemiyeti, Locarno, Silahsızlanma Konferansı, “savaşı mahkum etme” vb).
b) İkinci Enternasyonal pasifizmi (Hilferding, Poul Boncour, Mac Donald) , resmi hükümet pasifizminin bir koludur, farklı olarak sosyalist ve “Marksist” laflarla süslenmiştir.
(c) “Radikal” veya “devrimci” pasifizm, savaş tehlikesini kabul eden, ancak bu tehlikeye sık sık savaşa karşı anlamsız sözlerle karşı koymaya çalışan bazı “sol” sosyalistler tarafından savunulmaktadır. Bu pasifistler, sık sık modern savaş silahlarının tahrip gücü üzerinde aşırı bir şekilde durarak, uzun süreli bir savaşın imkansız olduğunu ispatlamak veya emperyalist savaşı iç savaşa çevirmenin mümkün olmadığını göstermeye çalışıyorlar.
(d) Yarı-dini pasifizm, temelini kilise hareketinde bulmaktadır.
Pasifizme karşı mücadelede komünistler, savaşa karşı mücadele etmeye hazır olan, ancak savaşla mücadelede devrimci yolun tek doğru yol olduğunu henüz anlamış ve bu nedenle pasifist sahtekarların esiri hatta kendileri sahtekarlar haline gelen geniş emekçi kitlelerin savaşa karşı duygularıyla çeşitli renkten pasifistler arasında kesin bir ayırım yapmalıdırlar. Kitleler hataları konusunda sabırla aydınlatılmalı ve savaşa karşı mücadele için devrimci birleşik cepheye katılmaya zorlanmalıdır. Fakat pasifist sahtekarlarla sürekli mücadele edilmeli ve teşhir edilmelidir.
(e) Sözde “kooperatif pasifizmi” özel rol oynuyor. Bu tür pasifizm özellikle uluslararası kooperatif ittifakı ve Londra’da uluslararası kadınlar Kooperatif Cemiyeti’nde görülüyor. Bunlar arasına Barış ve Özgürlük için Kadınların Uluslararası Birliği gibi “sol” burjuva örgütleri de ilave etmek gerekir.
13. Savaş tehlikesinin daha yakın, ve acil hale gelmesiyle, sözde “radikal” pasifizm de daha tehlikeli hale geliyor. Bu tür pasifizm bugün özellikle Almanya’da “Sol” kanat Sosyal Demokratlar, İngiltere’de Bağımsız İşçi Partisi, Hollanda, Norveç vb. küçük ülkelerin sosyal demokratları arasında görülmektedir. Bu pasifistler tarafından halkı aldatmak amacıyla savunulan “Savaşa Hayır”, “Savaşı Boykot”,”Savaş İlanına Karşı Genel Grev”, “Askeri Grev” vb. gibi güzel sözler ve deyimler, reformist liderlerin dilinden düşmüyor. (Örneğin, genel grev hakkındaki sözler Amsterdam Enternasyonalince piyasaya sürüldü). Aralık 1922’deki Hague Barış Konferansına giden Rusya Sendikaları Temsilcilerine verdiği talimatta Lenin, doğru bir tavırla bir tür pasifizme özel bir önem verdi. Bugün de özellikle Komünist Partilerin saflarında, bilinçsizce ortaya çıkan bu talimattan sapma eğilimi gösteren bir çok üyenin varoluşu hatırlanırsa onun ikazlar değerini kaybetmemiştir.
Bu bakımdan şunlar gereklidir:
a) “Yeni bir savaşa izin vermeyeceğiz. “Savaşa hayır, vb. bütün tantanalı sloganlarla mücadele. Komünistler bu sloganları sadece teorik olarak “düzeltmek” ile yetinmemeli, fakat bunları ileri sürenlerin maskesini indirerek bu tür propagandaya karşı aktif bir mücadele yürütmeli ve savaş için yapılmış hazırlıkları gizleyen bir örtü olan bu süslü cümleleri teşhir etmelidir. Sosyal demokratlarca kitleler arasında boş umutların yaratılması için ikiyüzlülükle ileri sürülen “savaşa karşı savaş” sloganına karşı da bugün aynı tavır alınmalıdır.
(b) “Radikal” pasifistler tarafından savaşı önlemek için ileri sürülen önerilerle mücadele. Komünistler radikal önerilerini (genel grev, askeri grev) etkili şekilde yürütmek için hiç bir şey yapmayan bu hatipleri sadece teşhir etmekle yetinmemeli, aynı zamanda kitlelere bu pasifistlerin uydurması olan bu sloganların yanlış ve çocukça olduğunu belirtmelidirler. Kitlelere, savaşın patlak verdiği gerçek şartları, mücadelenin tespit edilmiş belirli yöntemleriyle sınırlamanın imkansızlığı ve sınıf mücadelesinin bütün biçimlerine başvurulması ihtiyacını açıklamalıdırlar.
(c) Savaşla mücadele sorunuyla ilgili olarak Komünist Partilerinin saflarındaki bütün kayıtsız davranışlarla aktif şekilde mücadele ve açık eleştiri. Basındaki makalelerin ve parlamentodaki konuşmaların muhtevasındaki yanlışlar açısından bugün özellikle gereklidir. Böyle hataların eleştirilmeden geçiştirilmesine hiç bir şart altında izin verilmemelidir.
14. Emperyalist savaşa karşı mücadele, pasifizm ve “devrimci” boş Iafebeliğiyle mücadele görevlerine ek olarak, Komünistler bir dizi ajitasyon ve eğitim görevleri ile karşı karşıyadırlar. Bunlar;
(a) Fırsat ele geçtiğinde, savaşı haklı göstermeye çalışan burjuvazi ve sosyal-demokrasinin safsataları ve tantanalı sözlerini teşhir etmek. Sosyal-demokrasinin bugün bile ileri sürdüğü temel sloganı “milli savunma” sloganıdır. 1927’de Çin’e karşı savaş, “Hayatı ve mülkiyeti koruma”, “Ticareti Koruma”, “Bayrağı Koruma” vb. gibi sloganların gerçek anlamını teşhir etti. Son emperyalist savaşta; ittifak devletleri “Prusya militarizmine karşı mücadele” sloganını, kitleleri savaş için harekete geçirmede ayrı ayrı sloganlar kullandılar. İtalya ile Fransa veya Yugoslavya ile Slavya arasında gelecekte bir savaşla, sloganlar aynı amaçlara hizmet edecektir. Fransız ve Slav burjuvazisi “Gerici Faşizme karşı mücadele” sloganı ile emperyalist savaşı haklı göstermek için halk kitlelerinin anti-faşist duygularını istismar edecektir. Diğer taraftan faşizm, emperyalist savaş politikasını “nüfus patlaması”, “genişleme için tabii ihtiyaç” vs. süslü sloganlarla haklı gösterecektir. Komünist Partileri, bu safsataları yerle bir etme görevine şimdiye kadar yeterince dikkat etmemişlerdir.
(b) “Geçen savaş arasında durumun ne olduğunu ve o durumun neden kaçınılmaz olduğunu kitlelere tekrar tekrar ve mümkün olduğu kadar somut olarak izah etmek şarttır”.
“Emekçilerin ezici çoğunluğunun kendi burjuvazisi lehine kaçınılmaz olarak karar vereceği ‘milli savunma’ meselesinin, kaçınılmaz bir soru haline gelme gerçeğinin anlamını kitlelere anlatmak özellikle gereklidir”(Lenin).
“Savaşın geçen tecrübelerinin ışığında, yarın savaş ilan edildiğinde muazzam sayıda teorik ve sosyal meselelerin ortaya çıkacağını, silah altına alınan insanların ezici bir çoğunluğunun, bunları açık bir anlayışla ve tarafsız şekilde incelenmesinin hemen hemen imkansız olacağını, izah etmeliyiz” (Lenin).
“Hükümetin savaş için yaptığı planların derin gizliliğinin gerçek nedenlerini ve kendisine devrimci dese de, en basit işçi örgütlerinin yaklaşan savaşla nasıl yüz yüze geldiğini kitlelere anlatmalıyız.” (Lenin)
İyi kurulmuş illegal bir örgüte sahip olan Bolşevikler, savaş içinde devrimci çalışmayı yürütebilen tek parti idi. Burjuvazinin, “milli savunma” çağrısına kitlelerin cevap vermesini engelleyemeyerek savaşın çıkmasını önleyememelerine rağmen, o dönemde Rusya’da proletaryanın mücadelesinin üst bir aşamada olduğu bir gerçektir. Gerçekten de savaşın patlak vermesinden sadece bir kaç hafta önce, St. Petersburg caddesinde barikatlar kurulmuştur.
Sonuç olarak, savaşa karşı ancak gerçek bir mücadelede üstesinden gelinmesi gereken çok büyük güçlüklerin halka açıklanması yoluyla bu mücadelenin gerektirdiği taktik sorunların çözümü için bir temel yaratılabilir.
(c) Son olarak, 1914-1918 geçen dünya savaşının tecrübelerinin kitlelere aktarılması gereklidir; Bolşeviklerin savaşa karşı mücadele yürüttükleri o dönemde işçi sınıfı hareketi içinde hüküm süren eğilimler ve emperyalist savaşı iç savaşa çevirmede ileri sürdükleri temel sloganlar.
Bu ajitasyon ve propaganda faaliyeti, partinin kitleler içinde devrimci çalışması ile sıkı sıkıya birleştirilmelidir.
Bu, patlak vermeden önce emperyalist savaşa karşı mücadelenin temel görevidir. Bu görev, detaylı olarak aşağıdaki konuları kapsar:
(a) Fabrika ve sendika çalışmaları, öncelikle metal sanayi, kimya sanayi ve ulaştırma gibi savaşın harekete geçirilmesine ve yürütülmesine hizmet eden sanayilerde yoğunlaşmalıdır. Proletaryanın birleşik cephe taktiklerini uygulamak ve onun sonuçlarının örgütsel olarak güçlendirilmesini (Eylem Komiteleri kurulması, vb.) sağlamak özellikle önemlidir.
(b) Birçok ülkelerde köylülüğün ordunun belkemiğini oluşturduğu gerçeği gözönüne alınarak köylüler arasında savaşa karşı çalışmalara özel dikkat gösterilmelidir. Bu çalışma, birçok ülkede köylüler arasında varolan güçlü savaş aleyhtarı duygular nedeniyle mümkündür. Burjuvazi; toprak ağaları ve büyük çiftçiler vasıtasıyla ve Eski Muharipler Birliği, basın, faşizm, pasifizm, kiliseler, vb. yoluyla kırsal alanda etkisini sağlamlaştırmaya ve köylülerin “mücadele ruhu”nu yükseltmeye çalışıyor. Komünistler, kırsal alanda sınıf mücadelesini keskinleştirme çalışmalarıyla bu faaliyetlere karşı tavır almalıdır. Komünistler, köylü kitleleri arasında savaşa karşı ajitasyon yürütmeli, bunun için dünya savaşının tecrübelerinden faydalanmalı ve bu ajitasyon yoksul köylülerin ekonomik talepleriyle birleştirmelidirler. Proletaryanın savaşa karşı tutumunu köylülere açıklamalı, gerici köylü birlikleri içinde parçalayıcı çalışma yürütmeli, yoksul köylülerin savaşa karşı konferanslarını düzenlemeli ve ordu içindeki çalışmada köylülerin özel menfaatlerine ilgi göstermelidirler.
(c) Balkanlardaki, Polonya’daki vb. milli devrimci hareketler, emperyalist savaş tehlikesine karşı mücadelenin ve emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesinin çok önemli bir parçasını oluşturur. Bu ülkelerde emperyalist savaş tehlikesine karşı mücadele, feodalizmin kalıntılarına ve milli baskıya karşı mücadele ile birleştirilmeli ve tarım ve milli devrimlerin gelişmesine hizmet etmelidir.
Bu nedenle, kapitalizme ve emperyalist savaş tehlikesine karşı proletaryanın, köylülerin ve ezilen ulusların devrimci bir blokunun kurulması ve geliştirilmesi günümüzde Komünist Partilerin önünde duran ve giderek önem kazanan bir görevidir.
(d) Tayin edici öneme sahip bir konu; gençlik arasında, özellikle sanayi gençliği arasında çalışmaktır. Sadece gençlik örgütleriyle değil, bütün komünistlerce, burjuvazinin emperyalist savaş için gençliği eğittiği burjuva spor örgütlerinde, faşist örgütlerdeki, askeri okullardaki vb. mücadelede en büyük çaba gösterilmelidir. Bundan başka burjuvazinin, gençliğe askeri eğitim yaptırmasıyla da mücadele edilmelidir. Gençliğin askeri eğitiminin mecburi olduğu ülkelerde, komünistler genç işçilerin buna girmesini zorlamalı, fakat, genç işçilerin siyasi eğitimi için, burjuva askeri örgütlerin dağıtılması için çalışma örgütlemelidirler. Benzer çalışma burjuva ve gönüllü askeri eğitim örgütlerinde yürütülmelidir. Bu amaçla, Komünist Partisi ve Genç Komünistler Birliği üyelerini bu örgütlere göndermelidirler. Ancak, genç işçileri bu örgütlere katılmaları için zorlamamalıdır. Bunun yerine, genç işçilerin Emek Savunma Örgütleri’ne katılmaları veya bunları kurmaları istenmelidir.
(e) Kadınların sanayide, özellikle savaş sırasında önemli bir güç oldukları hatırlanırsa, sanayide çalışan kadınlar ve sanayi işçilerinin kadınlar arasında çalışma yapılmalıdır. Küçük-burjuva örgütlerinin çalışan kadınlar arasında yaydıkları emperyalist etkiyle mücadele ve çalışan kadınları sendikalarda ve proletaryanın diğer örgütlerinde örgütlemek, savaş tehditinin arttığı günümüzde çok önemli görevlerdir. Buna bağlı olarak, kadınların askerleştirilmesi planlarına ve burjuva pasifist, dini ve milliyetçi örgütlerin proleter kadınların üzerinde yaydıkları etkilere özel önem verilmelidir. Kadınlar arasında çalışma daha fazla ihmal edilemez. Bu çalışmanın, sadece komünist kadınların işidir düşüncesi yokedilmelidir.
(f) Anti-militarist faaliyet, güçlü şekilde proleter unsurları oluşturan ordu ve donanma içinde, erler ve yedekler arasında ve burjuva savunma örgütlerinde çalışma, partinin genel devrimci kitle faaliyetinin ayrılmaz bir parçasını oluşturmalı ve bütün işçi sınıfını kapsamalıdır.
Lenin, “savaş başladıktan sonra devrimci çalışmayı devam ettirmenin mümkün olan tek yolu, illegal bir örgüt kurmaktır” düşüncesindeydi Ancak, illegal bir örgüt savaş başlamadan önce savaşa karşı mücadele için de gereklidir. Savaşa karşı mücadelede bu önemli görevle ilgili olarak, hala önemli ölçüde kafa karışıklığı ve pratikte yerine getirilmesinde ciddi ihmaller vardır. Bazı Komünist Partilerde savaş karşı faaliyetin yürütülmesi sadece gençliğin veya özel bir örgütün işidir şeklinde kesinlikle oportünist olan görüşler vardır. Ordu içinde çalışma mutlak olarak gerekli görülmüyor. Bu gibi görüşlerle şiddetle mücadele edilmeli ve Lenin’in verdiği talimatların ışığında derhal çalışmaya başlanmalıdır. Bu konuyla ilgili olarak yapılması gerekenler:
(1) Burjuvazinin ve polisin takibatından doğan şartlar altında illegaliteye geçmesi gereken partinin fabrika hücreleri sayısını artırmak, gerektiğinde yeraltı şartlarına geçme hazırlıklarının şimdiden yapılması.
(2) Kesinlikle yeraltına geçme ihtiyacının yükseldiği şartlarda Parti yönetim organlarının, haberleşme bölümünün ve parti basınının gerekli fonksiyonlarını garanti altına almak için hazırlıklar yapmalı.
Mümkün olan bütün legal imkanlardan faydalanmayı, bir an bile durdurmaksızın, Komünist Partileri daha şimdiden bu görevlere en büyük enerji ve dikkatlerini hasretmelidirler. Bunda başarısız olurlarsa, savaşın başladığı andan itibaren yürütülecek takibat—bugün bir çok ülkede bunu şimdiden tattık—kaçınılmaz olarak Parti teşkilatını ve bunda da savaşa karşı devrimci mücadelenin temel dayanağını yok edecektir.
Komünist Partileri bütün çalışmalarını, emperyalist savaşa karşı mücadele için kitleleri hazırlama, kazanma ve örgütleme merkezi görevine tabi kılmalıdırlar. Proletaryanın ve emekçilerin genel olarak sömürünün ve baskının yoğunlaşmasına karşı mücadelesi -ücretler, çalışma saatleri, vergiler, kiralar, sosyal hizmet, siyasi hakları, iş kazaları ve faşist tehditin yoğunlaşması konularında—bu mücadeleler de ortaya çıkan taleplerle sınırlandırılmamalı, emperyalist savaş politikasına karşı kararlı bir mücadele ile birleştirilmelidir.
Dış politika, silahlanma, yeni savaş silahlarının yapılması vb. gibi bütün önemli meseleler işçi kitlelerine götürülmeli ve devrimci kitle eylemi örgütlemek için faydalanılmalıdır. Bu mücadelede Komünist Partisi, kendi gücü ölçüsünde kitlelerin önünde cesaret ve kararlılıkla yürümelidir. Emperyalist burjuvazinin savaş politikasına karşı gösteriler ve grevler düzenlemeli ve uygun zamanlarda kitlelere genel grev ve daha sert mücadele yöntemleri önerisi getirmelidir.
Emperyalist Savaş İçinde Mücadele
Emperyalist bir savaşta Komünistlerin siyasi programı, geçen emperyalist savaşa karşı kahramanca mücadelede Lenin’in önderliği altında Bolşevik Partinin ortaya koyduğu ve uyguladığı programdır. Bu programın ana hatları şöyle özetlenebilir:
(a) Bu savaşta emperyalistlerin “milli savunma” siyasetinin reddedilmesi. İşçilerin ve köylülerin onun gerici karakteri konusunda aydınlatılması. İşçi hareketi içinde açıkça veya üstü örtülü olarak bu savaşı haklı çıkaran bütün eğilimlerle şiddetli mücadele
(b) Yenilgi siyaseti, yani, bu savaşla yerli emperyalist hükümetin yenilmesi için çalışmak.
(c) Gerçek enternasyonalizm, yani, “enternasyonal” laflarıyla ve biçimsel “anlaşmalarla değil, kendi ülkesinin burjuvazinin devrilmesi için savaşan ülkelerin proletaryasının yürüttüğü devrimci yenilgi çalışması.
(d) Proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin kurulması hedefi için emperyalist devletler arasındaki savaşı burjuvaziye karşı proletaryanın iç savaşına dönüştürmek. Bu dönüşüm, cephe gerisinde devrimci kitle eylemiyle ve cephede kardeşlik yaratma yoluyla başarılabilir.
(e) Savaşa katılan en önemli ülkelerde burjuvazi devrilmeden ve proletarya iktidarı ele geçirmeden emperyalist bir savaştan “demokratik” ve “haklı” bir barış elde edilemez. Bu nedenle, emperyalist savaşta -barış, merkezi slogan olamaz. Merkezi slogan ‘‘proletarya devrimi” olmalıdır. Bütün barış masallarına karşı mücadele etmek Komünistlerin önemli görevidir; çünkü savaşın belli bir anında, burjuvazi emperyalist savaşın iç savaşa dönüşmesini engellemek için çok güçlü bir ideolojik silah olarak bundan faydalanabilir.
Komünistler kendilerini, sadece bu programın propagandasını yapmakla sınırlamamalı, tabandan itibaren birleşik cephe taktiklerini uygulayarak işçi kitlelerini bu programın gerçekleşmesi için mücadeleye sokmalıdır.
“Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek”, özünde devrimci kitle eylemi’dir. Komünistler devrimci kitle eyleminin geliştirilmesine zarar veren, savaşla sözde mücadele “araçları”nı kararlılıkla reddederler. Sonuç olarak, devrimci kitle eylemleriyle hiç bir ilişkisi olmayan veya onun gelişmesini olumsuz yönde etkileyen bireysel eylemleri kabul etmezler. Komünistler, küçük-burjuva unsurlarını işçi hareketine soktuğu “savaşa karşı” reçetelerin propagandasına karşı mücadele eder. “Silah kuşanma”, “tetik çekmeme” vb. gibi reçeteler bugün kitleler arasında hala geniş bir şekilde yayılıyor ve bir çok işçi ciddi olarak onların yararına inanıyor. Gerçekte bu reçeteler anlamsız ve zararlıdır. Savaşa karşı mücadelenin tek ve ani bir hareket olmadığı ve burjuvazinin silahla devrilmesi için işçilerin ve yoksul köylülerin cephede ve cephe gerisinde yapacakları devrimci kitle eyleminin, bütün diğer yolların buna tabi olarak, savaşla mücadelede tek doğru yol olduğunu Komünistler anlatmalıdırlar. Kitle eylemini engellemekten başka bir şey yapmayan bireysel eylemin yukarda bahsedilen reçeteleriyle mücadele edilirken, diğer yandan Komünistler, emperyalist savaşa karşı mücadelede işçilerin devrimci kahramanlık ruhunu canlandırmalıdırlar.
Savaşa karşı genel grev sorununda Komünistlerin tavrı, aynı bakış açısından, yani emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, tayin edilmiştir. Daha 1907’de, Herve’ye karşı muhalefette Lenin, somut durum dikkate alınmadan uygulanmış ve proletaryanın genel sınıf mücadelesinden koparılmış “her derde deva” bir slogan olarak Genel Grev’i reddetti. Drinya savaşının tecrübeleri temelinde 1922 yılında, Lenin durumunu daha açık bir şekilde formüle etti. Hague Barış Kongresi delegelerine talimatlarında şöyle diyordu:
“Savaşa genel grevle ‘cevap verme’, savaşa ‘devrimle’ cevap verme gibi, kelimenin açık anlamıyla imkansızdır”.
Bu sözler bugün için de geçerlidir. Ancak Komünistler, savaşa karşı gerçek mücadeleyi zedeleyen “savaşa karşı genel grevle cevap verme” sloganını reddederken ve işçileri böyle hayallere kapılmalara karşı uyarırken, savaşa karşı genel grev silahını hiç bir şekilde terketmezler ve bu doğrultuda herhangi bir teklifi oportünist bir sapma olarak şiddetle mahkum ederler. Diğer devrimci kitle eylemleri (gösteriler, harp malzemesi sanayinde grevler, nakliye grevleri, vb.) yanısıra, kitlesel grev hareketinin en üst biçimi olarak genel grev son derece önemli bir silahtır. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesinde, silahlı ayaklanmaya bir geçiş aşamasını oluşturur. Ancak bu dönüşüm sadece partinin isteğine bağlı değildir. Devrimci bir durumun varlığını, proletaryanın kitle eylemi için hazırlığını vb. gerektirir. Bu şartlar savaşın hemen başlangıcında bir kural olarak mevcut değildir. Savaş içinde gelişirler. Fakat savaş içinde bile, genel grev kendiliğinden ortaya çıkmaz. Gösteriler, kısmi grevler, vb. gibi devrimci kitle eyleminin yükselen dalgasında doğar. Komünistlerin yapması gereken ve çok büyük fedakarlıkları gerektiren sürekli bir hazırlığın sonucudur. Savaş içinde bir genel grev şüphesiz barış günlerinden daha hızlı devrimci sonuçlara yol açar. Fakat savaşta genel grev hazırlamak ve örgütlemek barış günlerinden her zaman daha zordur. Aksine savaş günlerinde burjuvazi onu engellemek için kararlı karşı tedbirler alacaktır. Burjuvazi, grevci işçileri kendi bayrağı altına çağırır, fabrikaları askerileştirir vb. Bu nedenle komünistler savaş günlerinde kendilerini soyut bir genel grev propagandası ile sınırlayamazlar. Barış günlerinde olduğu gibi fabrikalarda ve sendikalarda bugünkü devrimci çalışmayı devam ettirmelidirler. İşçilerin ekonomik taleplerinin önde gelen savunucusu olmalı ve bu talepleri savaşa karşı propaganda ile birleştirmelidir, devrimci fabrika konseyleri örgütlemeli, sendika teşkilatının yöntemini ele geçirmeli, bu örgütlerde sosyal-yurtseverleri tecrit etmelidirler. Bu örgütler sosyal-yurtseverler tarafından ele geçirildiği zaman, komünistler reformist yönetime paralel olarak yeni bir yönetim seçmeli ve reformistlerin niyetlerine rağmen, kısmi grevler, vb. örgütlemeli, önderlik etmeli ve yaygınlaştırmalıdırlar. Genel grev soyut bir düşünce olmamalı, genel pratik faaliyetimizin bir hedefi ve sonucu olmalıdır. Bu duruma gelmek için, proletarya bir genel grev anında, eğer şartlar uygunsa, grevi silahlı ayaklanmaya dönüştürme hedefine hazırlıklı olmalıdır.
Bazı “radikal” pasifistler ve “sol” sosyal-demokratlar tarafından ileri sürülen askeri hizmeti reddetmek (savaşı boykot) sloganıyla ilgili olarak Komünistlerin tutumu, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme bakış açısıyla aynı tavrı alırlar. Komünistler bu sloganla aşağıdaki nedenlerle mücadele ederler.
(a) Emperyalist savaşın, askeri hizmeti reddetme çağrısıyla, askeri hizmetle yükümlü olanların seferberlik çağrısına red cevabı vermelerini istemekle yokedebileceği düşüncesi, “savaşa genel grevle cevap verme” düşüncesi gibi hayal mahsulüdür. Bu düşünce için yapılan propaganda, sadece savaşa karşı gerçek devrimci mücadelenin zayıflamasına hizmet eder.
(b) “Kitle boykotu” kısmen başarılı olsa bile, en kararlı ve sınıf bilincine sahip işçilerin ordu dışında kalmaları sonucunu doğurur. Savaşa karşı mücadelede en hayati görevlerden biri olan ordu içinde sistemli devrimci çalışma bu durumda imkansız olacaktır.
Bu bakımdan Lenin, 1922’de dünya savaşının tecrübelerine dayanarak, “savaşı boykot aptalca bir önermedir. Komünistler bütün gerici savaşlara katılmalıdırlar” derken tamamen haklıydı.
Savaşla mücadelenin bir aracı olarak boykota (askeri hizmetin reddedilmesi) karşı komünistlerin tavrı ile ilgili olarak Lenin’in talimatları, komünistlerin işçi kitlelerini burjuva ordusuna katılmaları için zorlamaları anlamına gelmez. Bunun anlamı komünistlerin, boykot sloganının zararları ve hayalleri ile şiddetle mücadele ederken, burjuva ordusunda devrimci çalışma ve örgütleme için, proletaryanın silâhlanması ve emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi için ajitasyon yapmaları gerektiğidir.
Bu nedenle burjuva ordusuna katılma veya askeri hizmetin reddedilmesi (boykot) sorunu ortaya çıkınca, komünistler, işçilere ve yoksul köylülere askeri hizmeti reddetme sloganını reddetmelerini silah öğrenme fırsatından yararlanmalarını, orduda devrimci çalışma yürütmelerini ve uygun zamanda silahlarını burjuvaziye çevirmelerini önerirler.
Savaş patlak verdiğinde askeri hizmetin reddedilmesi lehine büyük bir kitle hareketinin yükseldiği durumda Komünistler devrimci bir karakter vermek amacıyla bu harekete katılmalıdırlar. Emperyalist savaşa karşı devrimci kitle eylemi doğrultusunda somut talepler ve eylem sloganları ileri sürmeli ve kitleleri devrimcileştirmek için hareketten mümkün olduğu kadar yararlanmalıdırlar. Fakat bu durumda bile Komünistler boykot ve pasifist boykot sloganı ile mücadele etmelidirler. Savaşla mücadelenin bir aracı olarak askeri hizmetin reddedilmesinin yetersizliği üzerinde açık sözlerle konuşmalı ve emperyalist savaşla mücadelede tek doğru yolun onu iç savaşa çevirmek olduğunu kitlelere kavratmalıdırlar. Burjuva ordusu içinde devrimci çalışmanın yapılmasının gereğini zorlayan sürekli propaganda yürütülmelidir.
Eğer genel durum uygunsa, Komünistler böyle kitle hareketlerinden, gerilla güçlerinin teşkil edilmesi ve iç savaşın derhal geliştirilmesi için faydalanmalıdırlar. Buna özellikle güçlü milli-devrimci hareketlerin bulunduğu ülkelerde başvurulmalıdır. Böyle ülkelerde Komünistler, savaşın ilanı üzerine, özellikle Sovyetler Birliği’ne karşı veya savaş sürecinde, durum uygunsa emperyalizme karşı milli-devrimci ayaklanma ve milli devrimci gerilla güçlerinin derhal teşkil edilmesi sloganını ileri sürmektedirler.
Mecburi askerlik hizmetinin bulunmadığı ülkelerde, savaşın başlangıcında hükümet, geniş bir gönüllü askere alma kampanyası açar ve gerekli görürse mecburi askerlik hizmeti uygular. Bu ülkelerde de Komünist Partileri, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme hedefini kendilerine tespit etmelidirler. Fakat bu hedefe varma süresinde Komünistler burjuvazinin gönüllü askere alma kampanyasına v mecburi askere alma çabalarına karşı da mücadele etmelidirler. Ancak hiç bir şart altında, savaşın, orduya katılmanın reddedilmesiyle veya mecburi askerlik hizmetinin konmasına karşı çıkmakla engellenebileceği veya durdurulabileceği ve bu bakımdan orduda devrimci çalışma gereksizdir şeklindeki hayalleri Komünistler desteklememelidirler. Emperyalist savaşa karşı mücadele ile karşılaştırıldığında mecburi askerliğe karşı mücadelenin ikinci dereceden önem taşıdığı kitlelere kavratılmalıdır. Ordu içinde devrimci çalışma örgütlenmeli ve açıkça savunulmalıdır.
Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme meselesinde son derece önemli bir konu cephede devrimci çalışma yapmaktır. Bu konuda Komünistler kendilerini sadece propaganda ile sınırlamamalı, somut duruma uygun düşen açık eylem sloganları ileri sürmelidirler.
(a) Askerlerin ekonomik talepleriyle ve şikayetleriyle ilgili olarak toplu halde karşı çıkma, sabotaj ve askerlerin denizcilerin belirli biçimlerde grevleri uygulanmalıdır.
(b) Cephede en önemli eylem sloganı, kardeşlik sloganıdır. Kardeşlik yaratmanın amacı, her iki savaş hattındaki işçi ve köylü askerleri kendi subaylarına karşı birleştirmektir. Geçen dünya savaşının tecrübesi, kitlede kardeşlik duygusu yaratmanın ordu içinde kaçınılmaz olarak sınıf farklılaşmasına, askerler ve subaylar arasında silahlı çatışmalara yolaçtığını göstermiştir. Komünistler orduda kardeşlik yaratmalı özellikle barış ve ordu meselesinde devrimci güçler örgütlemede ona açık bir siyasi muhteva kazandırmalıdırlar.
Burjuvaziye Karşı Proletaryanın İç Savaşı
1914-1918 emperyalist savaşı, bir dizi Doğu ve Merkezi Avrupa ülkesinde iç savaşa dönüştü ve Rusya’da proletaryanın zaferiyle sonuçlandı. Ekim devriminin dersleri, proletaryanın savaşa karşı tutumunu tayin etmede fevkalade büyük öneme sahiptir. Bu dersler şunu göstermiştir. (1) Emperyalist savaşlarda, burjuvazi silahları işçilerin eline verir, fakat kritik askeri durumlarda yenilgilerde vb. kitle orduları üzerinde kontrollerini kaybeder. (2) Bu savaşa karşı gerçek ve doğru bir mücadele, asker kitlesinin devrimcileştirilmesi çalışmasının yani iç savaş hazırlıkları çalışmasının yürütülmesidir. (3) İç savaşın temelini tamamen proletarya ve parti hazırlamalıdır.
1920 ve 1923’de Almanya, 1923’de Bulgaristan, 1924’de Estonya ve Temmuz 1927’de Viyana iç savaşları, proleter iç savaşın sadece burjuva emperyalist savaşı sırasında değil, kapitalizmin günümüz “normal şartları”nda da çıkabileceğini ispatlamıştır. Çünkü bugünkü kapitalizm sınıf mücadelesini bu keskin dereceye kadar yoğunlaştırmıştır. Ve herhangi bir anda derhal devrimci bir durum yaratabilir. Mart 1927’de Şanghay ve Aralık 1927’de Kanton proleter ayaklanmaları, özellikle milli bakımdan ezilen sömürge ve yarı-sömürge ülkeler proletaryası için önemli derslerle doludur, Özellikle Şanghay’daki olaylar, proleter ayaklanmalardan, emperyalizme ve onun uşaklarına karşı milli bir savaşla bir silah olarak nasıl faydalanacağını göstermiştir.
Bütün bunlar, özellikle emperyalizme ve karşı-devrimci savaşlara karşı mücadele ile ilgili olarak komünistlere proleter iç savaş meselesinin kitlelere açıkça getirilmesi ve yukarda bahsedilen ayaklanmaların derslerini incelemeleri sorumluluğunu yüklemektedir.
25. Bu dersler şunlardır:
(a) Ayaklanma için gerekli temel şartlarla ilgili olarak, devrimci bir durum varolmalıdır; yani, hakim sınıf bir kriz içinde olmalıdır. Örneğin askeri bir yenilginin sonucu. Kitlelerin yoksulluğu ve üzerlerindeki baskı fevkalade ölçüde yoğunlaşmış olmalıdır ve kitleler devrimci kitle eylemiyle hükümeti devirmek için aktif ve hazır olmalıdırlar. Proletaryanın büyük çoğunluğu üzerinde etkili, tecrübeli ve denenmiş Komünist Partisi var olmalıdır.
(b) Ayaklanmaya hazırlanma ile ilgili olarak: Ayaklanma sadece Partiye değil, geniş işçi sınıfı kitlesine dayanmalıdır. Esas önemli olan, proletaryanın kitle örgütlerinde, özellikle sendikalarda hazırlık çalışmaları yapmak, ayaklanmanın hazırlık çalışmalarına onların aktif olarak katılmasını sağlamak.
Ayaklanma, tüm emekçi halkın özellikle yarı-proletaryanın ve yoksul köylülerin yükselen mücadele eylemlerine dayanmalı ve özel örgütler yaratılmalı, ayaklanma meselesi kitlelere açıkça götürülmelidir.
Burjuva ordusunun parçalanması amacıyla sürekli ve yoğun çalışma yürütülmelidir.
Ayaklanmanın örgütlenmesi faaliyeti ve askeri hazırlık, sömürge ve yarı-sömürgelerde proleter kitleler ve emekçi kitleler arasındaki çalışmada ön sırada yer almalıdır.
Ayaklanmaya girişme zamanını, devrim için gerekli olan objektif ve sübjektif unsurların olgunlaşması tayin edecektir. Ayaklanma zamanı, ancak devrimci proleter kitlelerle parti arasında yakın organik bağlar mevcutsa kesin olarak saptanabilir.
(c) Ayaklanmanın yürütülmesi ile ilgili olarak, kural şu olmalıdır. Ayaklanma ile oyalanma olmaz. Ayaklanma bir kere başladı mı, düşman tamamen ezilene kadar şiddetle ilerletilmelidir. Duraklama ve kararsızlık, devrimci silahlı ayaklanmanın kesin yenilgisine sebep olur. Esas güçler, düşmanın esas güçlerine karşı sevkedilmelidir. Tayin edici anda ve yerde proletaryanın güçlerinin üstünlüğünü sağlamak için çaba sarfedilmelidir. Ayaklanma gecikmeksizin, mümkün olan en geniş alanda yürütülmelidir. Ayaklanma bir sanattır; ancak ayaklanma sadece askeri bir mesele değil, esas olarak siyasi bir meseledir Ancak devrimci bir Parti ayaklanmayı yönetebilir. Ayaklanmanın başlatılmasında, Parti bütün faaliyetlerini silahlı mücadelenin ihtiyaçlarına tabi kılmalıdır.
B. PROLETARYA EMPERYALİSTLERE KARŞI SOVYETLER BİRLİĞİ’Nİ SAVUNUR
Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist savaş açılmıştır. Burjuvazi, karşı-devrimci sınıf, proletaryaya karşı savaşıyor. Temel hedefi, proletarya diktatörlüğünü yıkmak ve işçi sınıfına ve bütün ülkelerin emekçilerine karşı beyaz-muhafızların terörcü düzenini kurmaktır. Böyle bir savaşa karşı mücadelede kapitalist ülkelerdeki proletaryanın taktikleri için temel, emperyalist savaşa karşı mücadelenin Bolşevik programında sağlanmıştır; savaşı iç savaşa çevirmek. Bununla beraber, bu mücadelenin yöntem ve görevleri, savaşın hemen başlangıcında ve savaş içinde, o ülkenin somut şartlarına ve savaşın açık sınıf karakterine uydurmalıdır. Bu durumda, “düşmanın” bir emperyalist güç değil de proletarya diktatörlüğü olması gerçeği, savaşa ait taktiklerinde önemli değişiklikler gerektiriyor.
27. Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist savaşla ve savaş hazırlıklarıyla ilgili propaganda görevleri somut olarak şöyledir:
(a) Pasifizm savaş hazırlıklarını gizleyen bir örtü olma durumundan, bu hazırlıklar için en önemli araç haline geliyor. Bu nedenle pasifizme ve onun özel sloganlarına karşı, “medeniyet” ve “barış” adına Sovyetler Birliği’ne tavır almalarına karşı, Sovyetler Birliği’ni proletaryayı ve sömürge devrimlerini barışın tehdidi olarak gören “realist pasifizm”e karşı, “her türlü savaşa” karşı olma maskesi altında Sovyetler Birliği’nin savunulmasını kösteklemeye çalışan “radikal” pasifizme karşı kampanyanın yoğunlaştırılması gereklidir.
(b)
Sosyal Demokrasi, Sovyetler Birliği’ne karşı savaş için aktif karşı-devrimci hazırlıklar yapıyor. Bu nedenle sağ, aynı şekilde “Sol” Sosyal Demokrat liderlere ve onların Troçkist ve anarko-sendikalist çanak yalayıcılarına karşı kampanyayı yoğunlaştırmak gereklidir. Her şeyden önce, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşı haklı göstermeye çalışan sloganlar kitlelerin gözü önünde teşhir edilmelidir. Sloganları şunlardır:
“Demokrasi için diktatörlüğe karşı mücadele et”, “yozlaşma”,
“kulaklaştırma”, “Sovyet sistemi Thermidor aşamasına yaklaşmaktadır”, “kızıl emperyalizm” ve savaş sırasında “tarafsızlık” vb.
Uluslararası işçi sınıfı ve emekçiler genellikle Sovyetler Birliği’ne kendi liderleri gözüyle bakıyorlar. Sovyetler Birliği’ne karşı tutumları büyüyen bir sempati halindedir. İşçilerin geniş kitlesi, Sovyetler Birliği’ne karşı yeni bir emperyalist savaşın açık sınıf savaşı olacağını 1917’den daha iyi anlayacaklardır. Emekçi kitleler, Birinci Emperyalist Savaşın tecrübelerinden dolayı şimdi daha uyanıktır, proletaryanın öncüsü şimdi Komünist Enternasyonal gibi güçlü bir devrimci örgüte sahiptir. Şimdi, savaşa karşı mücadele imkanlarının daha önceki günlerden daha fazla olduğu rahatça söylenebilir. Sonuç olarak, cesur taktikleri uygulamak için her türlü neden vardır.
(a) Burjuvaziye karşı devrimci kitle hareketlerini yoğunlaştırarak Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaşı önleme imkanları, günümüzde 1911’de olduğundan daha büyüktür. Devrimci eylemin bir örneğini 1920’de İngiliz işçileri verdiler. Onlar Eylem Konseyleri kurarak hükümetlerini, Sovyetler Birliği’ne karşı savaş alanından vazgeçmeye zorladılar.
(b) Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaşı, burjuvaziye karşı bir iç savaşa dönüştürme şartları, proletarya için, herhangi bir emperyalist savaşla olduğundan çok daha hızlı bir şekilde yaratılabilir.
(c) Bu bakımdan, kapitalist ülkelerdeki komünistler “savaşa genel grevle cevap verme” önerisini reddederken ve bunun yararı ne olursa olsun, lehine hiç bir hayal beslememesine rağmen, Sovyetler Birliğine karşı savaşın kaçınılmaz hale geldiği şartlarda savaşın hemen başında veya seferberlik sırasında komünistler kitle grevleri ve genel grevleri silahını kullanmanın artan imkanlarını değerlendirmelidirler.
(d) Sovyetler Birliği’ne hücum edildiği zaman, hem ezilen ulusların, hem de kapitalist ülkelerin komünistleri, Sovyetler Birliği’nin emperyalist düşmanlarına karşı ayaklanmaları veya Avrupa’nın milli azınlıkları arasında ve sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde milli kurtuluş savaşları yükseltmek için bütün güçlerini harcamalıdırlar.
29. Böyle bir savaşta “düşman”ın Sovyetler Birliği, yani uluslararası proletaryanın anavatanı olduğu gerçeği gözönünde tutularak, taktiklerinden “saf” emperyalist savaşta uygulanan taktiklerle karşılaştırıldığında aşağıdaki değişiklikler yapılmalıdır:
(a) Emperyalist ülkelerdeki proletarya, bu savaşta sadece kendi hükümetinin yenilgisi için mücadele etmemeli, Sovyetler Birliği’nin zaferi sağlamak için de aktif olarak çalışmalıdır.
(b) Bu nedenle, taktikler ve mücadele yollarının seçimi, her ülkedeki sınıf mücadelesinin menfaati açısından tespit edilmemelidir. Proleter devlete karşı burjuva sınıf savaşının verildiği cephedeki savaşın sonuçları açısından da değerlendirilmelidir.
(c) Kızılordu “düşman” ordusu değil, uluslararası proletaryanın ordusudur. Sovyetler Birliği’ne karşı bir savaşta, kapitalist ülkelerdeki proletarya Kızıl orduyu desteklemekten kaçınmamalıdır. Kendi burjuvazisine karşı mücadele ederek, hızla kendisine saldırabilecek burjuvaziye arkadan vurarak bu desteğini göstermelidir.
30. Emperyalist ülkelerdeki proletarya, “milli savunma” göreviyle bağlı olmadığı halde proletarya diktatörlüğünün ülkesinde milli savunma, değişmez bir devrimci görevdir. Burada, savunucular yoksul köylülerin desteklediği silahlı proletaryadır. Ekim devriminin zaferi dünya işçilerine sosyalist bir anavatan yani Sovyetler Birliği’ni kazandırdı. Sovyetler Birliği’ni savunma, uluslararası proletaryanın sınıf çıkarı meselesi olduğu kadar bir şeref meselesidir. 1919-1921’de Sovyet Hükümeti, içinde en güçlü emperyalist devletlerin bulunduğu 14 devletin istilacı güçlerini mağlup etmeyi başardı. Çünkü uluslararası proletarya, SSCB’de proletarya diktatörlüğü adına devrimci kitle eylemiyle istilaya müdahale etti. Sovyetler Birliği’ne karşı yeni bir emperyalist hücum, bu hücum için bütün hazırlıklara rağmen ve Sosyal demokratların karşı-devrimci çıkarlarına rağmen uluslararası proletaryanın dayanışmasının hala varolduğunu ispatlayacaktır.
SSCB’nin savunulmasında proletaryanın müttefikleri; (1) Kır yoksulları ve orta köylüler kitlesi ve (2) sömürge ve yarı-sömürgelerin milli devrimleri ve kurtuluş hareketleridir.
SSCB’nin uluslararası politikası, Sovyet Rusya’da hakim sınıf olan proletaryanın ve uluslararası proletaryanın menfaatlerine uygun düşen barış politikasıdır. Bu politika, proletarya diktatörlüğünün bütün müttefiklerini kendi bayrağı altında toplar ve emperyalist devletler arasındaki antagonizmadan yararlanmak için en iyi temeli yaratır. Bu politikanın hedefi, dünyanın devrimcileşmesi süreci olan uluslararası devrimi ve sosyalizmin inşası çalışmasını korumaktır. Emperyalist ülkelerle çatışmaya girmekten mümkün olduğu kadar kaçınmaktır. Kapitalist ülkelerle, onların karşılıklı ilişkileriyle ve onların sömürgeleriyle olan ilişkileriyle ilgili olarak bu politika emperyalist savaşa, sömürgelerde yürütülen yağma kampanyalarına ve bu kampanyaları kamufle eden pasifizme karşı olmayı ifade eder.
Proletarya devletinin barış politikası sosyal demokrasinin ve onların Troçkist müttefiklerinin Sovyet Devletini uluslararası proletaryanın gözünden düşürmek için ileri sürdüğü gibi, Sovyet devletinin kapitalizmle uzlaşması anlamına gelmez. Bu politika, proletarya diktatörlüğünün Leninist politikasıdır. Sadece başka bir biçimi, bugünkü şartlar altında kapitalizmle mücadelenin daha avantajlı bir biçimidir; SSCB’nin Ekim Devriminden beri ısrarla uyguladığı bir biçimidir.
Sovyetler Birliği’ndeki proletarya, emperyalist ülkelerle sürekli barış imkanı gibi hiç bir hayale kapılamaz. Sovyetler Birliği’ne emperyalist hücumun kaçınılmaz olduğunu; proleter dünya devrimi süreci içinde proleter ve burjuva devletler arasında savaşların, dünyanın kapitalizmden kurtuluşu için savaşların zaruri ve kaçınılmaz olarak yükseleceğini proletarya biliyor. Bu nedenle, sosyalizmin savaşçıları olarak, proletaryanın birinci görevi, bu savaşlar için gerekli bütün siyasi, ekonomik ve askeri hazırlıkları yapmak, proletaryanın güçlü silahı olan Kızıl orduyu kuvvetlendirmek ve emekçi kitleleri savaş sanatında eğitmektir. Emperyalistlerin silah yığını yapmak politikası ile onların barış hakkındaki ikiyüzlü konuşmaları arasında çok büyük bir çelişki vardır. Buna rağmen, Sovyet hükümetinin savunma ve devrimci savaş için hazırlıkları ile sürekli barış politikası arasında böyle bir çelişki yoktur. Proletarya diktatörlüğünün devrimci savaşı, devrimci barış politikasının “diğer araçlarla” devam ettirilmesinden başka bir şey değildir.
C. PROLETARYA EZİLEN HALKLARIN
EMPERYALİZME KARŞI DEVRİMCİ SAVAŞLARINI
DESTEKLER VE YOL GÖSTERİR
Son iki yıl içinde, Lenin’in daha 1916’da gördüğü gibi, ezilen sömürge ve yarı-sömürgelerin milli devrimci savaşları, teorik bir önemden çıkıp, dünya çapında tarihi bir gerçek haline geldi. Bu savaşların örnekleri; Fransız ve İspanyol emperyalizmine karşı Fas’ın savaşı, Suriye’de ayaklanma, ABD emperyalizmine karşı Meksika ve Nikaragua’da savaşlar, Hong Kong’a karşı devrimci Kanton savaşı, ve son olarak 1926-1927’de Çin Kuzey Seferi’dir. Milli devrimci savaşlar dünya devriminin bugünkü döneminde önemli bir rol oynayacaktır. Bu nedenle proletarya, bu savaşların özellikle 1926-1927 Çin Kuzey Seferi’nin tecrübelerini ve derslerini yakından incelemelidir.
Bu kampanyada Çin proletaryası, Güney güçlerini burjuvazi yönetmesine rağmen, kuzey militaristlerine ve onların arasındaki emperyalistlere karşı doğru bir tavırla Güneyi desteklemiştir. Çin proletaryası sadece Kuzey Çin’in karşı-devrimci hükümetinin yenilgisi için uğraşmadı. Aynı zamanda, Güney’deki burjuvazinin yalpalamalarına ve kararsızlığına karşı, onların uzlaşma politikasına ve bunun sonucu olan dönekliğine karşı da mücadele etti. Kampanyada devrimci önderlik için ve savaşta proletaryanın hegemonyası için de mücadele etti. Komintern’in Çin komünistlerine önerdiği bu genel çizgi, Marks ve Engels’in geçen yüzyılda milli savaşlara karşı aldığı tutuma ve Lenin’in öğretilerine uygun düşmektedir.
Ancak Çin Komünist Partisi, bütün ezilen ulus komünistlerinin önemli dersler çıkarması gereken bir dizi önemli hata işlemiştir. Bu savaşta Çin Komünist Partisinin görevi, o dönemde hüküm süren devrimci durumdan tam olarak faydalanmak, kendi proleter sınıf ordusunu kurmak ve devrimin önderliğinin ele geçirilmesinde proletaryanın mücadelesinin yolunu açmak için askeri örgütlenmeyi, işçilerin ve köylülerin askeri eğitimini genişletmek olmalıydı. Kuzey Seferi döneminde objektif şartlar Komünist Partisinin lehine olmasına rağmen, o, ordu içindeki çalışmasını yönlendirmek için Guomindang’ın askeri ve siyasi organlarından faydalanmakta tereddüt etti ve kendi silahlı güçlerini yaratmak için hiç bir çaba göstermedi. Komünist Partisi, kendisini tüm olarak Guomindang emirleriyle hareket etmeye hasretti. Asker kitleleri içinde veya orduya alınan işçi ve köylü kitleleri arasında ordunun karakterini değiştirmeye yönelik propaganda ve örgütlenme çalışmasına ağırlık vermede başarısız oldu. Silahlı işçi ve köylülerin devrimci önemini kavrayamadı ve köylülerin gerilla savaşını hazırlama ve yönlendirme çalışmasına gerekli dikkati göstermedi.
Milli devrimci bir savaş desteklenirken proletarya birliklerini her bir savaşın somut bir analizi, çeşitli sınıfların o savaş içindeki rolü vb temelinde tayin eder. Bu nedenle, Çarlığa karşı savaş sloganını öne süren Marks’ın 1848’deki taktikleri; 1870’de III. Napolyon’a karşı Prusya savaşındaki taktiklerinden farklıdır. Kuzeye karşı kampanya döneminde, Çin komünistlerin doğru bir tavırla milli burjuvazi ile, onlar emperyalizme karşı savaştıkları ve komünistler milli devrimci kampta teşhir görevlerini yürütebildikleri sürece geçici bir ittifaka girdiler. 1923’de Fransız emperyalizminin istilasına karşı milli savunma meselesiyle karşılaştıkları zaman Alman komünistlerinin taktikleri zorunlu olarak farklıydı. Alman komünistleri, milli savunmayı devrimci bir rol oynamaktan aciz olan Alman burjuvazisinin devrilme mücadelesi ile birleştirdiler. Bu şimdi Çin komünistlerinin, Japon müdahalesine karşı milli mücadelede almaları gereken tavırdır. Onlar devrimci milli savunmayı Çan Kay-Şek’in ve Guomindang burjuvazisinin devrilmesi ile birleştirmelidirler ve işçilerin ve köylülerin devrimci diktatörlüğünü kurmalıdırlar.
Ancak şu belirtilmelidir ki, emperyalizme karşı mücadelede proletaryanın milli burjuvazi ile geçici ittifaka girebileceği milli savaşlar giderek azalmaktadır. Çünkü işçilerin ve köylülerin devrim yapma korkusuyla ezilen ülkelerdeki milli burjuvazi gericileşiyor ve emperyalistlerin rüşvetlerini kabulleniyor. Proletaryanın tek başına öncü rol oynayabileceği yeni tip bir milli savaş gittikçe ön p!ana çıkmaktadır. Bu, ABD emperyalizmine karşı Latin Amerika ülkelerinin milli savaşlarında da uygulanmaktadır. Milli savaşlar ve ayaklanmaların proleter savaşlar ve ayaklanmalar haline veya proletaryanın önderlik ettiği savaşlar ile ayaklanmalar haline dönüşme eğilimi. Lenin bu eğilimi daha 1916’da görmüştü ve bu eğilim göze çarpacak şekilde gelişmektedir.
Versay anlaşmasıyla kurulan bir çok Avrupa devletinde bir dizi ezilen ulusların ve milli azınlıkların varlığı gözönüne alındığında, milli devrimci savaş meselesi, ayrıca Avrupa’da, özellikle emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi ile ilgili olarak açık şekilde ortaya çıkacaktır. Polonya ve Romanya, Sovyet anavatanlarına hasretle bakan Beyaz Rus, Ukrayna ve Besarabya ahalisi kendi topraklarında kanlı bir elle zalimce ezilmektedir. Çekoslovakya’da ve Balkan ülkelerinde, İtalya’da Fransa, İspanya, Belçika ve Büyük Britanya’da (İrlanda) da ezilen milliyetler vardır. Komünist Partileri bütün bu ülkelerde ezilen ulusların ve milli azınlıkların kurtuluş hareketlerini desteklemeli, emperyalizme karşı mücadelede onlara yol göstermelidir. Tam ayrılma hakkını da içermesi gereken kendi kaderlerini tayin haklarının kayıtsız şartsız öncüsü olmalıdır. Emperyalist bir savaş veya Sovyetlere karşı bir savaş halinde, Komünistler bu siyaseti sürdürmelidirler. Kendilerini ve milli baskıyla ezilen kitleleri emperyalizme karşı milli devrimci ayaklanmalar veya savaşlar için hazırlamalıdırlar.
Marks ve Lenin’in öğretileri ve son yıllardaki milli savaşların tecrübeleri, milli kurtuluş savaşlarında proletarya için aşağıdaki görevleri ve taktikleri belirtiyor.
(a) Bu savaşlarda proletaryanın gösterdiği destek ve bazı durumlarda milli burjuvazi ile girdiği geçici ittifak, hiç bir şart altında sınıf mücadelesinin terkedilmesi anlamına gelmez. Burjuvazinin uzun bir süre emperyalizme karşı proletarya ile beraber omuz omuza mücadele ettiği zaman bile, burjuvazi hala düşmandır ve kendi emelleri için proletaryadan faydalanmaya çalışır.
(b) Bu nedenle proletarya sadece burjuvazinin politikalarını ve sloganlarını reddetmemeli, aynı zamanda bağımsız olarak davranmalı, kendi siyasi programını ve sloganlarını geliştirmeli ve kendi devrimci örgütlerini (Parti,sendikalar, işçi milisleri, proleter askeri hareketleri kurmalıdır. Komünistler burjuvazinin kaçınılmaz olan ihanetine kitleleri hazırlamalı proletaryanın kazandığı mevzileri korumak için en güçlü tedbirleri almalı, burjuvazinin kendi sınıf hedeflerine ulaşmak için yaptığı çabaları engellemek ve burjuvaziyi devirmek için hazırlıkta mümkün olan her şeyi yapmalıdır.
(c) Şimdi Çin işçi ve köylüleri, emperyalistlerin Çin’i parçalamasını önlemek için mücadele yürütüyorlar. Burjuvazinin veya burjuva hükümetin karşı devrimci bir rol oynadığı böyle milli savaşlarda, komünistler, milli savunma sloganı altında burjuva hükümetini devirmek için çalışmaktadır.
38. Fas, Suriye’deki Dürziler, Suriye ve Arabistan gibi sınıf farklılaşmasının gelişmediği ülkelerde milli savaşlar meselesi aynı şekilde formüle edilmelidir. Bu halklar arasında, patriarkal ve feodal önderler ve hükümdarlar, daha gelişmiş sömürgelerde burjuvazinin oynadığı role benzer bir rol oynamaktadırlar. Emperyalizme karşı, devrimci mücadelelerde bu önderlerle ve hükümdarlarla geçici işbirliğine izin verilebilir. Ancak onların emperyalistler tarafından satın alınması veya kurtuluş mücadelesini kendi menfaatlerine tabi kılmaları tehlikesi daima vardır. Bu nedenle bu halkların milli savaşları feodalizme karşı veya feodal hükümdarlara karşı mücadele ile feodalizmin yıkılması ile birleştirilmelidir.
39. Bazı somut istisnalar dışında ezilen halkların kurtuluş savaşları, milli devrimci hareketleri ve devrimleri bastırmak için emperyalist saldırılarla ilgili olarak uluslararası proletaryanın görevleri, Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist savaşlardaki görevlerle aynıdır. Yani, (a) bu savaş emperyalist burjuvaziye karşı iç savaşa dönüştürme amacıyla sınıf antagonizmasını yoğunlaştırarak bastırma savalarına karşı mücadele etmek (b) Emperyalist ülkeye ve onun ordusuna karşı kararlı şekilde yenilgi taktikleri uygulamak; ezilen ülkenin zaferi için mücadele etmek ve onun ordularını desteklemek, (c) emperyalistlerin sömürgelere savaş gemileri ve savaş malzemesi sevketmelerine, özellikle devrimci kitle eylemiyle direnmek; sömürgelere karşı savaşlarda dövüşen askerlerin askerlik sürelerinin uzatılmasına karşı çıkmak vb. savaş bütçesinin artırılmasına ve emperyalist sömürgelerdeki karşı-devrimci hükümetlere ve militaristlere kredi vermelerine karşı çıkmak; sömürgelerdeki imtiyazlı topraklarda tren yollarında ve karasularında emperyalist savaş hazırlıklarına karşı mücadele etmek, (d) emperyalistlerin sömürgelerde uyguladıkları katliamlara ve onların emekçi kitlelerin ezilmesinde yerli karşı-devrimcilere verdiği desteğe karşı çıkmak için tedbir]er almak.
Çin’e müdahaleye karşı bugünkü mücadelede uygu]anacak taktikler, Çin burjuvazisinin ve Guomindang’ın bir kesiminin hala devrimci bir rol oynadığı dönemde müdahaleye karşı mücadelede uygulanan taktiklerden farklıdır. Çeşitli yerli askeri hükümdarın birbirini yok etme savaşları, aslında Çin’in paylaşılmasında çeşitli emperyalist güçler arasında hüküm süren çatışmaların bir ifadesidir. Burjuvazinin ve toprak ağalarının çeşitli kesimlerini temsil eden bütün savaşan sınıflar karşı-devrimcidir. Çin’deki bu günkü durum göz önüne alındığında, uluslararası proletarya Çin işçi ve köylülerinin savunulması için yürüttüğü aktif mücadeleyi, bütün burjuva hükümet]erin ve militaristlerin emperyalizmin aleti olarak Çin’de oynadıkları karşı-devrimci rolünü teşhir etme mücadelesi ile birleştirmelidir. Emperyalizme karşı mücadelede destek sadece Çin işçilerinin ve köylülerinin devrimine verilmelidir. Ezilen ulusun yanında yer almak sloganı, bugün Çin burjuva orduları için ileri sürülemez. Taktiklerdeki bu değişikliğe rağmen müdahaleye karşı mücadelenin hiç bir şart altında yatışmasına izin verilmemelidir. Komünist Partilerin Çoğunluğu taktiklerde değişme müdahaleye karşı mücadelenin zayıflaması anlamına gelir şeklinde bir sonuca varmışlardı. Onlar bu değerlendirme ile büyük bir hata yaptılar.
III. PROLETARYANIN ORDUYA KARŞI TAVRI
Komünist Partilerin şimdiye kadar yaptıkları en önemli hatalardan birisi, savaş meselesine soyut, tamamen propaganda ve ajİtasyon açısından yaklaşmalar olmuştur. Onlar, bütün savaşlarda tayin edici faktör olan orduya karşı gerekli dikkati göstermediler. Savaş meselesinde devrimci politikanın önemi geniş kitlelere açıklanmadıkça ve ordu içinde çalışma yürütülmedikçe, emperyalist savaşa karşı mücadele ve devrimci savaş için hazırlık çabaları hiç bir zaman teori aşamasından öteye gitmeyecektir.
Bu hatanın önemli bir kısmı, II. Enternasyonal’den devralınan kötü mirasın sonucudur; 0, bir taraftan emperyalist savaşlara karşı durmadan nutuk atarken, ordular içinde hiç bir çalışma yürütmedi. Gerçekten de Karl Liebknecht bu tür çalışmanın yürütülmesini talep ettiği için II. Enternasyonal onu “anarşist" olarak tanımladı. Devrimci bir savaş politikası yürütmek ve içinde çalışmak yerine, II. Enternasyonal “daimi orduların dağıtılması ve yerine “milli milis” kurulmasını savundu. Milli devletlerin Avrupa’da varolma mücadelesi verdikleri dönem için uygun olan “milli milis sloganı, çarlığın ve mutlakiyetçiliğin 19.uncu yüzyılın sonuna kadar devrim için bir tehditi temsil ettiği sürece, daimi orduların dağıtılması talebiyle beraber belirli devrimci değer taşıdı. Fakat emperyalizmin gelişmesiyle birlikte bu slogan yetersiz hale ve sonunda da şovenist bir slogan (l9l2’de Hyndman) haline geldi. Yeniden canlanan II. Enternasyonal, kendini tamamen çeşitli devletlerdeki burjuvazinin siyasi menfaatlerine tabi kılmak amacıyla “milli milis” talebinden vazgeçti. Fransa’da, eski ‘‘milli milis” sloganını desteklemek örtüsü altında II. Enternasyonal emperyalist “milli orduyu” savunuyor. Almanya’da ve Büyük Britanya ‘da silahsızlanmayı savunma bahanesiyle paralı asker ordularını destekliyor. II. Enternasyonal’in ilan ettiği, “her ulusun askeri örgütlenme biçimini kendi isteğine göre seçmek özgürlüğü” ilkesi 4 Ağustos olaylarını tekrar etmek özgürlüğüne eşittir. Bu arada burjuvazinin sosyal-demokrat uşakları, SSCB’ndeki Kızılordu’ya ve proletarya diktatörlüğüne karşı iftira kampanyası yürütüyorlar ve “Kızıl militarizm” üzerine rivayetler yayıyorlar.
Burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bu karşı-devrimci askeri politikaya karşı olarak, komünistler, uluslararası proleter devrimin çıkarlarına hizmet eden devrimci askeri politika geliştirirler. Şüphesiz, genel olarak bütün ordularla ilgili olarak uygulanabilecek kesin ve aceleci kurallar konulamaz. Proletarya orduya karşı tutumunu, belli bir ordunun hizmet ettiği sınıf ve politikaya göre tayin etmelidir. Mesele herhangi bir devlette askeri sistem veya ordunun örgütleme biçimi değil, daha ziyade o ordunun oynadığı politik roldür, yani emperyalist, milliyetçi veya proleter durumudur. Komünist Partileri büyük milli savaşlar çağında Marks ve Engels’in ilkelerini izlemelidirler. Onlar, küçük-burjuva demokratik milis ütopyasına karşı çıktılar ve genel askerlik hizmetini, mevcut orduların demokratikleşmesini ve onların devrimci ordulara dönüşmesini savundular. Paris Komünü’nden sonra Marks ve Engels burjuva devletinin yıkılmasını ve askeri meselede daimi burjuva ordusunun dağıtılmasını ve onun yerini silahlanmış halkın almasını savundu. Onlar, proleter devrimi açısından Paris Komünü’nden öğrenilmesi gereken en önemli dersler olarak bunları gördüler. II. Enternasyonal bu ilkeleri ihlal etti, ancak Lenin onları tekrar canlandırdı, geliştirdi ve proleter devriminin askeri programını ortaya koydu.
A- PROLETARYANIN EMPERYALİST
DEVLETLERDEKİ ORDULARA KARŞI TUTUMU
Devrimci proletarya ile ittifak içinde, askerlerin çeşitli menfaatlerinin korunması için, askere çağrılmadan önce (acemi asker birliklerini, karşılıklı yardım klüpleri , askerlik hizmeti sırasında (asker meclisleri) ve askerlik hizmeti tamamlandıktan sonra (devrimci yedek birlikleri) askerlerin örgütlenmesine özel önem verilmelidir. Ordudaki üyeleriyle ilişkilerini devam ettirmek ve yukarıdaki örgütlenmeleri gerçekleştirmekte, onlara yardım etmek sendikaların özel bir görevi olmalıdır.
B. PROLETER DEVRİMİ SIRASINDA ASKERİ SORUN
Kısmi demokratik taleplerin dayandığı temel sloganlar şunlardır:
Burjuvaziyi silahsızlandırmak; proletaryayı silahlandırmak.
Proletaryanın silahlanması, devrimin çeşitli aşamalarında çeşitli biçimler alır. İktidarı ele geçirmeden önceki ve ele geçirdikten sonraki ilk dönemde proletarya milisi -emekçiler milisi, Kızıl Muhafız ve Kızıl Gerilla Birlikleri biçimindedir. Kızılordu Sovyet Hükümeti’nin askeri örgütlenme biçimidir. Yani, proletarya diktatörlüğünün ordusudur.
Emperyalist bir ülkede proletarya milisi talebi (emekçilerden oluşan bir milis, işçilerin ve köylülerin milisi), proletaryanın silahlanması talebinin başka bir biçimde formülasyonudur ve ancak proleter devrimin askeri politikasının zorunlu dönüşümü aşamasında, Kızılordu’nun örgütlenmesi döneminden önce ileri sürülebilir. Devrimci durumun henüz varolmadığı yerlerde bu slogan sadece propaganda açısından öneme sahip olabilir. Ancak, faşizme karşı mücadelede acil bir pratik slogan haline gelebilir.
Her şart altında, proletarya milisleri veya emekçiler milisi talebi, burjuva hükümetine yapılan bir talep olarak değil, sadece proletaryaya doğrudan bir çok biçimde ileri sürülebilir. Ancak istisnai durumlarda, bu talep hükümete veya parlamentoya yapılmalıdır (örneğin, sosyal-demokratların hükümette olduğu yerlerde, parlamentoda veya kitleler arasında sosyal demokratların çoğunlukla olduğu yerlerde). Böyle durumlarda, bu talep, sadece sosyal-demokrat partinin teşhiri için bir vasıta olarak ileri sürülmelidir.
Kızıl Muhafızlar, ayaklanmanın bir organıdır. Kızıl Muhafızların inşası için ajitasyon yapmak ve ani bir devrimci durum ortaya çıktığında örgütlenmek komünistlerin görevidir.
Emperyalist ülkelerde, burjuva devleti altında ve “barış” devleti içinde proletarya milisi veya Kızıl Muhafızların varlığının kesinlikle imkansız olduğu hiç bir şart altında unutulmamalıdır.
Proletarya milisi, proletarya diktatörlüğünün kurulması için mücadele eden proletaryanın silahlı örgütüdür. Sömürücülerin ezilmesini hedef alan proletarya diktatörlüğünün bir organıdır. Proletarya milisi sloganımız, özellikle seçilmiş, cahil veya yoz proleter unsurları içine alan sarı “işçilerin savunma kıtaları”nı kurmayı hedef alan reformist planlardan bu noktada ayrılır. Bu tip ‘‘emek savunma kıtaları Mayıs 1923’de Ruhr’daki mücadelesinde proletaryayı bozguna uğratmak ve önlemek, 1927’de Viyana ayaklanmasını altetmek amacıyla kullanıldı. Sosyal-demokratların bu alçak manevralarıyla şiddetle mücadele etmek komünistlerin görevidir.
52. İktidarın ele geçirilmesinden önce kurulacak olan ve kızılordunun çekirdeğini temsil eden işçi milisi, proletarya milisi ve kızıl muhafızlar sloganı ile, proletarya diktatörlüğü kurulduktan ve sağlamlaştıktan sonra devlet ve sınıfların ölmekte olduğu dönemde ortaya çıkması gereken milis biçimleri arasında bir ayrım yapılmalıdır. Emperyalizme karşı kendini korumak için proletarya güçlü, disiplinli, iyi silahlanmış ve etkili bir Kızıl Orduya sahip olmalıdır. Günümüz şartlarında bu fonksiyonu, ancak silahlı emekçi kitlelerin kıtalarını temsil eden daimi bir ordu yerine getirebilir. Kapitalist kuşatma şartlarında, derhal ve tamamen milis sistemine dönmeyi proletarya diktatörlüğünden talep etmek, küçük-burjuva ve karşı-devrimci aptallıktır. Askeri güçte herhangi bir zayıflama olmaksızın, saf biçimiyle milis ilkelerinin tam olarak uygulanması, ancak üretici güçlerin tamamen geliştiği, sosyalizmin tam olarak inşa edildiği ve kitlelerin komünist ruhuyla tamamen eğitildiği zaman mümkün olacaktır. Ancak bir dizi büyük kapitalist ülkede proleter devrimi muzaffer olduğunda (Komünist Enternasyonali Yürütme Komitesi VIII. Plenumu’nun belirttiği gibi) proleter hükümet, daimi kızıl ordunun yerine sınıf milisini geçirme durumuna gelecektir.
C. PROLETARYANIN SÖMÜRGE VE YARI-SÖMÜRGE ÜLKELERDEKİ ORDULARA KARŞI TAVRI
Ezilen ulusların emperyalizme karşı milli devrimler ve savaşları çağının başlamasıyla bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde askeri mesele tayin edici öneme sahip oldu. Bu durum, emperyalizmle savaş halinde olan ülkelerde (Çin, Fas, Suriye, Nikaragua) olduğu kadar henüz açık savaşa girmemiş ülkelerde de (Hindistan, Mısır, Meksika, Filipinler, Kore) bir gerçektir. Açıklaması, emperyalizme karşı milli savaşlarla ilgili askeri meselede, emperyalist ülkelerde olduğundan farklı formüle edilmelidir.
54. Günümüzde bu ülkelerde tamamen farklı iki tip ordunun bulunduğu unutulmamalıdır. Bir tarafta milli orduları var (her zaman devrimci ordu değildir), diğer tarafta emperyalist ordular (metropol ülkeden gönderilen kuvvetlere veya diğer sömürge ülkelerin yerlilerinden oluşan ordular, ya da o sömürge ülke halkından toparlanmış ordular). Çin’de iki tip ordu da mevcuttur ve milli orduların pratikte nasıl emperyalist ordulara dönüştüğünün örneğini de vermektedir. Çan Kay-şek’in darbesinden sonra Güney milli ordusu pratikte emperyalist hedeflere hizmet eden bir orduya dönüşmüştür. Bu iki tip orduya karşı proletaryanın ve devrimci emekçi kitlelerin tavrının farklı olması gerektiği açıktır. Milli ordularla ilgili olarak, Marks ve Engels’in 1848-1870’deki askeri programı; yani, bu orduların devrimci ordular haline dönüştürme amacıyla demokratikleştirilmesi, belirli değişiklikleriyle uygulanmalıdır. Emperyalist ordularla ilgili olarak, ancak yenilgi programı, yani içten parçalama programı uygulayabiliriz. Özel subay birimlerinin veya burjuva sınıfının askeri örgütlerinin bulunduğu durumlarda, onları tecrit ve tasfiye etmek için çalışmalı, yani, emperyalist ülkelerde uygulanması gereken program burada da uygulanmalıdır.
Taktiksel açıdan yukarda bahsedilen iki tip orduya ilave olarak sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde üçüncü bir tip ordu mevcuttur. Yani, emperyalist tarafından kumanda edilen ve içinde milli hareketle emperyalistler arasında bir mücadelenin geliştiği bir ordu [Hindistan, Mısır, Hindi-Çini, Cezayir, Tunus, vb.).
Böyle durumlarda somut şartlara uygun olarak her iki programın unsurları birleştirilmelidir. Yani, emperyalistlerin kumandası altındaki ordulara ve bu orduların bazı birliklerine yenilgi programı uygulanmalı ve aynı zamanda silahlanmış millet (milis) ve bir milli ordu sloganları ileri sürülmelidir.
Somut şartları müsait olduğunda, emperyalistlerin ve uşaklarının yanlış kullanmalarını önleyecek bir biçimde milli ordu sloganı ileri sürülmelidir (ordunun emperyalistlerden tam bağımsızlığı, ordunun en geniş demokrasi temelinde örgütlenmesi, subayların seçimi, vb.).
Emperyalist ordular sömürgelerden çekilsin; emperyalist kadrolar ve subaylar yerli ordudan çekilsin, sloganları hem sömürgelerde, hem de metropol ülkelerde ileri sürülmelidir.
Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde askeri sisteme karşı alınacak tavrı tayin etmek için, dün devriminin belirli bir aşamasında belirli bir ülke "o tarihte oynadığı siyasi rol dikkate alınmalıdır. Yani, o ülke Sovyetler Birliği’nin ve Çin devriminin " müttefiki veya hasmı olduğuna bakılmalıdır. Bir bütün olarak proletarya ve ezilen ulusların devrim kitleleri, bütün emekçilerin silah kullanmayı öğrenebilecekleri, emperyalizme karşı ülkenin savunmasını güçlendirecek, orduda işçilerin ve köylülerin etkinliğini sağlayacak ve demokratik devrimde proletaryanın hegemonyası için mücadeleyi kolaylaştıracak olan demokratik silahlanma sistemi talebinde bulunmalıdırlar.
Emperyalist devletlerdeki durumun tersine, genel askerlik hizmeti, gençliğin askeri eğitimi, demokratik milis, milli ordu vb sloganları, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde devrimci askeri program içine alınmalıdır. Bununla beraber, bugünkü tarihi dönemde milli devrimci hareketin taktikleri dünya proleter devrimi menfaatlerine tabi olmalıdır. Kendisinin ezen bir ülke olduğu ve proletaryaya veya milli devrimlere karşı bir savaşta emperyalistlerin kölesi olarak hareket eden ezilen ülke]erde, devrimciler böyle bir program ileri süremezler. Bu tip ülkelerde, komünistler, diğer devrimci ülkelerin savunması için yürüttükleri devrimci savaş lehine propaganda ile devrimci askeri program lehine propagandayı o savaş ve ordu ile ilgili yenilgi programını başarıyla birleştirmelidirler. Böyle bir durum günümüzde Çin’de Guomindang generallerinin yönetimi altındaki eyaletlerde ele alınmalıdır.
Ezilen ülkeler için askeri programın tespit edilmesinde bu ülkelerin ekonomik ve politik gelişme aşaması dikkate alınmalıdır.
(1) Demokratik devrimin henüz tamamlanmadığı ülkelerde, özellikle burjuvazi ile proletarya arasında sınıf farklılaşmasının henüz çok güçlü olarak kendini göstermediği ülkelerde (Suriye, Fas ve Mısır) silahlı ulus (ulusal milis) sloganı kabul edilmelidir. Bu sloganı feodalizme ve feodal-burjuva subaylara karşı yönelmiş demokratik taleplerle birleştirilmelidir. Latin Amerika ülkelerindeki gibi sınıf farklılaşmasının güçlü olarak kendini gösterdiği fakat burjuva devrimin henüz tamamlanmadığı ülkelerde bu slogan işçi ve köylü milisinin sınıf karakterini göstermelidir.
(2) Demokratik devrim aşaması içinde olan ülkelerde milis için ileri sürülen slogan yetersiz kalacaktır ve bu nedenle şu sloganla genişletilmelidir: Devrimci bir ordu örgütleyin. Şüphesiz bu durum özellikle ayaklanma hazırlığında, aynı zamanda milis sloganının öne sürülmesini önlemez. Proletaryanın silahlanmasının silahlı ulus talebi ile çelişmediğine dikkat edilmelidir. Gerçekten, silahlı proletarya silahlı ulusun temel bir parçasıdır. Silahlı ulusun genel örgütlerine katılırken özel proleter silahlı birimlerin, bu birim tarafından seçilen subaylarca kumanda edilen birimlerin kurulması mutlaka gereklidir.
(3) Demokratik devrim aşamasından proleter devrimine geçen ülkelerde, emperyalist ülkelerdeki komünistlerin askeri programı bazı somut değişikliklerle kabul edilmelidir.
Proleter milisi sloganı (emekçiler milisi, işçi ve köylü milisi) demokratik milis talebi içinde yer alır. Sömürgelerde devrim süreci içinde iktidarın silahla ele geçirilmesi meselesi ortaya çıktığı zaman kızıl ordu örgütleme meselesi aynı zamanda sovyetlerin örgütlenmesini doğuracaktır. Ordu örgütlenmesinin eski, devrimci, demokratik biçimleri, proletarya devriminin emrettiği sınıf biçimleriyle yer değiştirmelidir.
Emperyalizme karşı mücadelede, milli devrimci bir askeri politikanın uygulanması için sömürge orduları arasında sistemli olarak propaganda ve ajitasyon yürütmek mutlaka gereklidir. Bu nedenle komünistler ve milli devrimciler çeşitli tipteki sömürge ordularını dikkatle incelemeli ve çeşitli tipler arasında çalışmak için etkili yöntemler geliştirmelidirler. Çin tecrübesinin gösterdiği gibi, disiplinsiz ve kötü ücret ödenen yerli paralı askerler içinde çalışma genellikle yüksek başarı şansına sahiptir.
Bu durumlarda, kısmi talepler, emperyalist devletler için yukarda sıralananlara bir dereceye kadar benzer olabilir, ancak burada somut şartların ciddi bir incelenmesi yapılmalıdır (ordunun sınıfsal bileşimi, askerlerin morali, ekonomik şartlar, vb.). Yerli askerlerin taleplerinin formüle edilmesine ve beyaz subayların yerli askerlere kötü muameleleriyle mücadeleye özel dikkat gösterilmelidir.
Komünistler, milli ordularda yürütmeleri gereken çalışmanın niteliği, diğer tipteki ordulardaki çalışmadan farklı olacaktır. Ancak bu çalışmanın Çin’de 1926-1927’deki milli savaş tecrübesinin gösterdiği gibi yapılması çok önemlidir. Bu durumda komünistlerin görevleri bütün ordu içinde çekirdekler oluşturmak, bunları emperyalizme karşı mücadelede daha bilinçli unsurlar haline getirmek, milli devrimin menfaati için subaylar arasında güvenilmeyen unsurlara karşı mücadele etmek ve yönetimin henüz komünistlerin eline geçmediği yerlerde geniş devrimci demokrasi uygulayarak askeri kontrol etmek için komutanlığı etkilemektir. Fransız devriminde Convent ordusunda varolan subayların seçimi sistemi ve bu ordunun kazandığı büyük zafer ile bunun tersi olan, 1926-1927 ve Çin Güney Ordularının mutlak olarak anti-demokratik örgütlenme sisteminin burjuvazi ve onların generallerinin ihanetini büyük ölçüde kolaylaştırması her zaman gözönünde bulundurulmalıdır.
IV. PROLETARYANIN SİLAHSIZLANMA
MESELESİNE KARŞI TUTUMU VE
PASİFİZME KARŞI MÜCADELE
A –Sosyal Demokrat Silahsızlanma Programı ve Leninizm
Emperyalist silahsızlanma maskaralığında temel unsur, kitleler arasında emperyalizm yok olmadan silahsızlanmanın mümkün olacağı ve savaşların ortadan kalkacağı üzerine hayaller yayan sosyal-demokrasidir. Silahsızlanma meselesinde sosyal-demokratlar arasında iki eğilim vardır, bununla beraber her ikisi de burjuva pasifizminin eğilimidir.
Bu eğilimlerden birisi, daha 1911’de Kautski’nin başını çektiği silahsızlanma ve savaşın ortadan kaldırılması hedefinde faaliyet göstereceği iddia edilen kapitalizmin varolmayan objektif güçlerini ‘‘keşfeden” eğilimdir. Bu eğilim, silahlanmayı sınırlamak, emperyalistler arasında uluslararası anlaşmalarla savaşı önlemek veya hep beraber “mahkum etmek”, vb. amacıyla “sol” burjuvazi ile işbirliği politikasını temsil etmektedir. Daha 1916’da, Lenin bu eğilimi ‘‘kesinlikle burjuva pasifizmi” olarak tanımlamıştır. Bu görüşler, 1914-1918’de “merkez”cilerin ideolojisi ile bütünleşti Ancak, dünya savaşı sona erdiği ve emperyalist hükümetlerin pasifist manevralara yönelmeye başladığı zaman, bu eğilim II. Enternasyonal liderlerinin politikası haline geldi. Bu politika sağ kanat ve aynı şekilde “sol” sosyal-demokratların çoğunluğu tarafından desteklendi. “Gerçekçi, pasifizmin teorisi olarak takdim edildi. Ancak, emperyalist burjuvazinin politikasından hiç bir şekilde farklı değildi.
Bu politika, “örgütlü kapitalizm” teorisiyle birleşmiştir; bu teoriye göre, bugünkü emperyalist aşamada kapitalizm “medeni dünya” aleminden savaşları ortadan kaldıracak olan objektif faktörleri geliştirmektedir. Bu politika “ultra-emperyalizm teorisiyle, emperyalist antagonizmi ortadan kaldıran bir vasıta olarak emperyalist “ittifaklar”, “paktlar” ve uluslararası karteller teorisiyle de birleşmiştir. Gerçekte ise emperyalizm savaşın ortadan kaldırılması yönünde hiç bir eğilim göstermemiştir. Aksine, “gerçekçi” pasifistlerin kitleleri uyuşturmak amacıyla sıraladıkları bütün gerçekler, mümkün olan en büyük ölçüde emperyalist savaş hazırlıklarının, tek tek devletlerin değil bütün müttefik devlet gruplarının birbirlerine karşı girişecekleri savaşların belirtileridirler.
Avrupa Birleşik Devletleri veya Dünya Birleşik Devletleri kapitalist sistem altında bir hayaldir. Fakat böyle bir şey gerçekleşmiş olsa bile bu kaçınılmaz olarak gerici olacaktır. Çünkü proletarya devrimini ve sömürge halklarının milli kurtuluş hareketlerini ezmek için bir ittifakı temsil edecektir. Bu esas eğilim içindeki bütün eğilimler (örneğin, Pan-Avrupa Hareketi) bu yönüyle gericidir.
İkinci eğilimin taraftarları “radikal” veya “devrimci” pasifistler olarak ortaya çıkıyorlar ve tam silahsızlanmayı, sadece burjuvazinin değil, proletaryanın da silahsızlanmasını talep ediyorlar. Yani, proletaryanın silahlanması sloganını reddediyorlar. Emperyalist savaş günlerinde, bu slogan, militarizmin ortadan kaldırılması için dürüst isteklerini başka bir şekilde ifade etme yolunu bulamayan bir kısım devrimci enternasyonalist tarafından benimsendi. Bu devrimci bir slogan değildi; bununla beraber proletaryanın silahlanması ve iç savaş gereğini hesaba katmayı beceremediği veya tamamen reddettiği için objektif olarak küçük burjuvazinin isteklerini dile getiriyordu. Lenin’in 1916’da bu sloganı eleştirirken belirttiği görüşler bugün için de geçerlidir ve hatta bugün daha keskin şekilde belirtilmelidir. Bununla beraber, bu sloganı destekleyenlerin sayısının bugün tamamen önemsiz hale geldiği bir gerçektir. Ekim Devrimi, proletaryanın silahlanması gereğinin mutlak olduğunu bütün dürüst devrimcilere ispatlamıştır. Proletaryanın silahlanması sloganının yerine proletaryanın silahsızlanması sloganının geçirilmesi günümüzde sadece karşı-devrimci bir slogan olarak hizmet edebilir. Bu nedenle komünistler, özellikle küçük ülkelerde, silahsızlanma sloganına sempati duyan işçilere gerçek durumlarını açıklamak ve bunu ileri süren “sol” liderlere karşı mümkün olduğunca güçlü şekilde mücadele etmek için büyük gayret göstermelidirler. Bu çaba aynı şekilde uluslararası garantileri ve “hakem mahkemeler”in savaşı ortadan kaldırabileceği teorisine karşı da gösterilmelidir. Böyle kurumlar, hemen başlangıçta ciddi muhalefet yaratan sabun köpüğüdürler veya daha güçlü emperyalist haydutların ellerine vasıta olarak hizmet ederler.
Silahsızlanma ve pasifizm meselesinde her iki sosyal-demokrat eğilimin birleşebileceği sadece tek bir nokta vardır; silahsızlanmanın temel engeli, “demokrasinin olmadığı" ülkeler, yani SSCB’deki proletarya diktatörlüğüdür.
B -Sovyet Silahsızlanma Önerileri
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi VIII. Plenumu’ndaki tezlerinde, uluslararası proletaryanın silahsızlanma meselesinde Sovyetler Birliği’nin bakış açısına, kapitalist ülkeler tarafından ileri sürülen ikiyüzlü silahsızlanma önerilerinden ilkede tamamen farklı bir tavır alması gerektiği noktası üzerinde önemle durmuştur. Bu meselenin pasifizme karşı mücadelede fevkalade önemi gözönüne alınarak, sorun kitlelere berrak bir şekilde getirilmeli ve açıklanmalıdır.
Kasım 1927’de Milletler Cemiyeti’nin çağırdığı Silahsızlanma Hazırlık Komisyonu’na, Sovyet Hükümetinin sunduğu genel ve tam silahsızlanma önerileri, hedefi, içtenliği ve objektif anlamı bakımından emperyalistler ve onların sosyal demokrat uşaklarının sunduğu ifade ve planlardan köklü bir şekilde farklıdır.
Sovyet önerilerinin hedefi, pasifist hayaller yaymak değil, onları yoketmektir. Kapitalizmin kötü yanlarını görmezden gelerek veya yumuşatarak kapitalizmi desteklemek değil temel Marksist tez olan silahsızlanma ve savaşların ortadan kaldırılması ancak kapitalizmin çöküşü ile mümkün olacağının propagandasını yapmaktır.
Sovyet Hükümeti; silahsızlanma üzerine utanmazca konuşan emperyalistlere fiiliyatta silahsızlanmaları çağrısı yaptı. Yüzlerindeki pasifist maskeyi alaşağı etti. Emperyalistlerin Sovyet silahsızlanma önerisini kabul edeceklerini, tek bir komünistin bir an için bile düşünmediğini söylemeye gerek yok. Bununla beraber Sovyet Hükümetinin önerileri riyakarca değildi. Büyük bir içtenlikle yapılmıştı. Çünkü işçi hükümetinin iç ve dış politikası ile hiç bir şekilde çelişmezken, emperyalist “silahsızlanma” edebiyatı burjuva devletlerin politikasıyla, yağma ve baskı politikasıyla çelişmektedir. Sovyet Hükümeti, asırlarca sömürülmüş olan halkın çoğunluğunun menfaatine proletarya diktatörlüğünü temsil etmektedir. Sovyet hükümeti yağma ve baskı politikası yürütmez, onun politikası, uluslararası proletaryanın menfaatine olan barış politikasıdır.
Sovyetler Birliği’nin önerileri, burjuva ve sosyal-demokrat önerilerinden objektif anlamı bakımından da farklıdır. Saldırı politikasını gizleyen bir perde olarak hizmet etmez, küçük-burjuvazinin arzularını dile getirmez. Devrimci proletaryanın bütün dünya üzerinde zafer kazandıktan sonra başaracağı sosyalizmin hedeflerinden birini ifade etmektedir.
62. Sovyet silahsızlanma önerilerine karşı muhalefetlerinde sosyal-demokratlar en düşmanca yollara başvurdular ve Troçkizmin onlara sağladığı sloganlardan faydalandılar. Sovyet Hükümetinin silahsızlanma önerilerini ‘‘Leninizmin revizyonu”, “Thermidor”a dönüş olarak tanımlayarak kitlelerin gözünden düşürmeye çalıştılar. Bunun adi iftiralar olduğunu ispatlamak için yukarda yeteri kadar üzerinde duruldu. Sovyet tam silahsızlanma önerileri reddedildikten sonra, Mart 1928’de Sovyet Delegasyonu, kısmi silahsızlanma, kara ve deniz kuvvetlerinde tedrici azalmayı içeren ikinci bir plan sundu. Bu pasifizme verilen bir taviz değildir. Tersine büyük devletlerin küçük ve ezilen uluslara karşı tutumunun daha geniş olarak teşhir edilmesine hizmet etti. Silahsızlanma meselesinde Sovyet Hükümetinin tutumu Lenin’in politikasının bir devamıdır. Ve onun öngörülerinin kararlı uygulanışıdır.
C. Proletaryanın Pasifizme Karşı Mücadelesi
V. KOMÜNİST PARTİLERİN
ÇALIŞMALARINDAKİ EKSİKLİKLER VE
GÖREVLERİ