SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ ANAYASA TASLAĞI ÜZERİNE

J. V. STALİN


Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
VIII. Olağanüstü Sovyet Kongresine sunulan rapor

25 Kasım 1936

(Stalin yoldaş kürsüye geldiğinde Kongre üyeleri tarafından coşkun. ve sürekli bir tezahüratla karşılandı. Herkes ayakta. Her taraftan sesler geliyor: “Stalin Yoldaşa Hurra!”, “Yaşasın Stalin Yoldaş!”, “Yaşasın Büyük Stalin!” “Büyük Dahi, Stalin Yoldaşa Hurra!”, “Bin Yaşa!”, “Kızıl Cephe!”, “Stalin Yoldaşa şan ve onur!”)

I

ANAYASA KOMİSYONU’NUN OLUŞUMU VE GÖREVLERİ

Yoldaşlar!
Hazırladığı taslak bu kongreye incelenmek üzere sunulan Anayasa Komisyonu, bilindiği gibi, SSC Birliği’nin VII. Sovyet Kongresi’nin aldığı özel bir kararla oluşturulmuştu. 6 Şubat 1935 tarihinde alman bu karar şöyledir:
“1— SSC Birliği anayasasında şu doğrultuda değişiklikler yapılacaktır:
a) Seçim sisteminin, tamamen eşit olmayan seçimleri, tamamen eşit seçimlerle, dolaylı seçimleri doğrudan seçimlerle, açık seçimleri gizli seçimlerle değiştirerek daha çok demokratikleştirilmesi;
b) Anayasanın SSCB’deki sınıfların bugünkü güç ilişkilerine (yeni, sosyalist sanayinin yaratılması, Kulakların ezilmesi, kollektif-İktisadi sistemin zaferi, Sovyet toplumunun temeli olarak sosyalist mülkiyetin pekiştirilmesi) uygun kılınması anlamında Anayasanın toplumsal ve ekonomik temellerinin netleştirilmesi.
2— SSC Birliği Merkez Yürütme Komitesi’ne, birinci maddede ifade edilen temelde iyileştirilmiş bir anayasa metni hazırlamak ve bu metni, SSC Birliği Merkez Yürütme Komitesi kongresine sunmakla görevlendirilecek bir Anayasa Komisyonu oluşturma talimatı verilmiştir.
3— SSC Birliğinde, Sovyet iktidarı organları için yapılacak önümüzdeki seçimler, yeni seçim sistemi temelinde gerçekleşecektir.


Bu 6 Şubat 1935’teydi. Bu karar alındıktan bir gün sonra, yani 7 Şubat 1935’te, SSC Birliği Merkez Yürütme Komitesi, ilk toplantısını yaparak, SSC Birliği VII. Sovyet Kongresi kararı doğrultusunda 31 kişiden oluşan bir Anayasa Komisyonu oluşturmuştur. Kongre, Anayasa Komisyonu’nu SSCB’nin düzeltilmiş anayasa taslağını hazırlamakla görevlendirmiştir.
Anayasa Komisyonu’nun üzerinde çalışmalarını geliştirebileceği biçimsel temeller ve SSCB’nin en yüksek organının talimatları bunlardır.
Böylece Anayasa Komisyonu, halen yürürlükte olan 1924 yılında kabul edilmiş anayasada değişiklikler yapacak ve bu arada, SSC Birliği ‘nin hayatında 1924’den günümüze kadar olan süre içinde kaydedilen sosyalizm yönünde değişimleri dikkate alacaktır.

II

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN HAYATINDA
1924-1936 ARASI DÖNEMDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER


1924-1936 yılları arası dönemde Sovyetler Birliği’nin hayatında meydana geleli ve Anayasa Komisyonu’nun hazırlayacağı taslakta ifade edeceği değişiklikler nelerdir?
Bu değişikliklerin özü nerede yatmaktadır? 1924 yılında ülkemizde ne vardı?
Bu yıl, Sovyet iktidarının, kapitalizmin belli ölçüde canlanmasına izin verdiği —ki bu sosyalizmin gelişmesini her biçimde teşvik etmekteydi—, iki ekonomik sistemin, kapitalist ekonomik sistemle sosyalist ekonomik sisteminin yarışmasında, sosyalist sistemin üstünlük sağlamasını güvence altına almayı kendisine hedef edindiği NEP’in ilk dönemiydi. Görev, bu yarışma sürecinde sosyalizmin konumlarını güçlendirmek, kapitalist unsurların tasfiyesini gerçekleştirmek ve ekonominin temel sistemi olarak sosyalist sistemin zaferini tamamlamaktı.
O zamanlar endüstrimiz, özellikle de ağır endüstrimiz özenilecek bir tablo sunmuyordu. Gerçi yavaş yavaş yeniden oluşturuluyordu, ama üretim hala savaş öncesi seviyesine ulaşmış olmaktan uzaktı. Endüstrinin eski, geri ve yetersiz bir teknik zemini vardı. Fakat yine de sosyalizm yönünde gelişti. Endüstrimizde sosyalist sektörün payı o zamanlar yüzde 80’di. Ne var ki kapitalizm sektörünün payı endüstride yüzde yirmiden az değildi.
Tarımımızın sunduğu tablo ise daha az iç açıcıydı. Gerçi toprak sahipleri sınıfı artık tasfiye edilmişti, ama buna karşılık tarım kapitalistleri sınıfı, Kulaklar sınıfı, henüz çok önemli bir faktör oluşturmaktaydı. Bütün olarak ele alındığında o zamanlar tarım, geri, ortaçağ tekniklerinin kullanıldığı küçük köylü çiftliklerinden oluşan sonsuz büyüklükte bir okyanusu anımsatmaktaydı. Bu okyanus içinde, ekonomimizde belli ölçülerde de olsa ciddi bir öneme sahip olmayan Kollektif çiftliklerin ve Sovyet çiftliklerinin oluşturduğu tek tek noktalar ve adacıklar mevcuttu. Kollektif çiftlikler ve Sovyet çiftlikleri güçsüzdü, fakat Kulaklar hala güçlerini korumaktaydı. O zamanlar Kulakların tasfiyesinden değil, sınırlandırılmasından sözediyorduk.
Aynı şey ülkedeki meta dolaşımı için de söylenebilir. Meta dolaşımında sosyalist sektörün payı yüzde 50-60 kadardı, daha fazla değil, kalan alan ise, tüccarların, spekülatörlerin ve diğer özel satıcıların egemenliğindeydi.
1924 yılında ekonomimizin sunduğu tablo böyleydi işte. Peki şimdi, 1936 yılında ülkemizde olan nedir?
Nasıl ki o zaman NEP’in ilk dönemini, NEP’in başlangıcını, kapitalizmin belli ölçülerde canlandırılması dönemini yaşıyorduysak, şimdi de NEP’in son dönemini, NEP’in sonunu, ekonomisinin bütün alanlarında kapitalizmin tamamen tasfiye edilmesi dönemini yaşıyoruz.
İlk olarak, yalnızca, sanayimizin bu dönemde dev bir güç haline gelmesi olgusunu ele alalım. Artık güçsüz ve teknik açıdan kötü donanmış olarak değerlendirilemez. Tam tersine, artık güçlü biçimde gelişmiş bir ağır sanayiye ve daha da gelişmiş makine sanayisine sahip yeni, zengin ve modern teknik temelinde yükselmektedir. Fakat en önemlisi, kapitalizmin endüstrimizin alanlarından tamamen sürülmüş ve artık sosyalist üretim biçiminin, endüstrimizde sınırsız biçimde egemen sistem olmasıdır. Bugünkü sosyalist sistemimizin, üretim hacmi olarak savaş öncesi endüstriyi yedi kez aşmış olması gerçeğini küçümsememek gerekir.
Zayıf tekniğe sahip ve Kulak egemenliğinin sürdüğü bireysel küçük köylü çiftliklerinin yerine, şimdi artık tarımda, makineleşmiş modern teknikle donanmış dünyanın en büyük tarımsal işletmeleri üretimine, her şeyi kapsayan Kollektif çiftlikler ve Sovyet çiftlikleri sistemine sahibiz. Tarımda Kulaklık tamamen tasfiye edilirken geri, ortaçağdan kalmış tekniğiyle bireysel küçük köylü çiftlikleri sektörünün artık önemsiz bir rol oynadığı, bu arada ekim alanları itibariyle, tarımda payının yüzde 2-3’ten fazla tutmadığı herkes tarafından biliniyor. Kollektif çiftliklerin hizmetinde şimdi 5,700,000 beygir gücünde 316,000 traktör bulunduğu ve Sovyet çiftlikleriyle birlikte 7,580,000 beygir gücünde 400,000’den fazla traktöre sahip oldukları gerçeğine değinmeden geçmek olanaksızdır.
Ülkedeki ticarete gelince, tüccarlar ve spekülatörler bu alandan tamamen sürülmüşlerdir. Ticaretin tümü artık devletin, kooperatiflerin Kollektif çiftliklerin eline geçmiş durumdadır. Artık yeni bir ticaret, Sovyet ticareti, spekülatörsüz ve kapitalsiz bir ticaret gelişmektedir.
Böylece, ekonominin bütün alanlarında sosyalist sistemin zaferi gerçekleşmiştir.
Peki bunun anlamı nedir?
Bunun anlamı, insanın insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırıldığı, yokedildiği, üretim araç ve gereçlerinde sosyalist mülkiyetin, Sovyet toplumumuzun sarsılmaz temeli olarak yerleştiğidir. (Sürekli Alkışlar)
Sovyetler Birliği’nin ekonomisinde meydana gelen bütün bu değişimlerin sonucu olarak, artık kriz ve işsizliğin,. sefalet ve çöküşün olmadığı ve yurttaşlarına rahat ve kültürel bir yaşam sunan yeni bir ekonomiye, sosyalist ekonomiye sahibiz.
1924-1936 yılları arasında ekonomimizde meydana gelen değişimler genel olarak bunlardır.
Sovyetler Birliği’nde, ekonomisinde meydana gelen bu değişimlere uygun olarak toplumumuzun sınıfsal yapısı da değişmiştir.
Toprak sahipleri sınıfı, bilindiği gibi, iç savaşın zaferle sonuçlanmasıyla birlikte tasfiye edilmişti. Öteki sömürücü sınıflara gelince, onlar da toprak sahipleri sınıfının kaderini paylaşmışlardır. Endüstride kapitalist sınıf kayboldu. Tarımda Kulak sınıfı kayboldu. Ticaret alanında tüccar ve spekülatörler kayboldu. Böylece, bütün sömürücü sınıflar tasfiye edilmiştir.
Kalan işçi sınıfıdır.
Kalan köylülerin sınıfıdır.
Kalan aydınlardır.
Fakat bu sosyal grupların bu süre içinde değişikliğe uğramadıklarına diyelim ki kapitalizm döneminde oldukları gibi kaldıklarına inanmak yanlış olur.
Örneğin, Sovyetler Birliği işçi sınıfını ele alalım. Çoğu kez bu sınıfa, eski alışkanlıkla proletarya deniyor. Nedir proletarya? Proletarya, üretim araç ve gereçleri elinden alınmış üretim araç ve gereçlerine kapitalistlerin sahip olduğu ve kapitalist sınıfın proletaryayı sömürdüğü bir ekonomik sistemde var olan bir sınıftır. Proletarya, kapitalistler tarafından sömürülen bir sınıftır. Fakat bizim ülkemizde, bilindiği gibi, kapitalist sınıf artık tasfiye edilmiş, üretim araç ve gereçleri kapitalistlerin elinden alınmış ve önder gücü işçi sınıfı olan devlete verilmiştir. Yani artık işçi sınıfını sömürebilecek kapitalistler yoktur. Yani, yalnızca işçi sınıfımızın elinden üretim araçlarının alınmamasıyla kalınmamış; tersine işçi sınıfı, bütün halkla birlikte, bunların sahibi olmuştur. İşçi sınıfı üretim araçlarına sahip olduğu kapitalist sınıf ise tasfiye edildiği için, işçi sınıfını sömürmenin her türlü olanağı ortadan kalkmıştır. Buna göre işçi sınıfımıza proletarya denebilir mi? Denemeyeceği açıktır. Marks şöyle demişti: Proletarya kendisini kurtarmak için kapitalist sınıfı ezmek, kapitalistlerin elinden üretim araç ve gereçlerini almak ve proletaryayı yaratan üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak zorundadır. Sovyetler Birliği işçi sınıfının, kurtuluşun bu koşullarını yerine getireceği söylenebilir mi? Evet söylenebilir, mutlaka söylenmelidir. Nedir bunun anlamı? Bunun anlamı, Sovyetler Birliği proletaryasının, kapitalist ekonomik sistemi ortadan kaldıran, üretim araç ve gereçlerinde sosyalist mülkiyeti pekiştiren ve Sovyet toplumunu komünizm yolunda ilerleten tamamen yeni bir sınıfa, Sovyetler Birliği işçi sınıfına dönüştüğüdür.
Gördüğünüz gibi Sovyetler Birliği işçi sınıfı tamamen yeni, sömürüden kurtulmuş, benzeri insanlık tarihinin hiçbir zaman görmediği bir işçi sınıfıdır.
Köylülük sorununa geçelim. Genelde köylülüğün bir küçük üreticiler sınıfı olduğu, bu sınıfa mensup olanların parçalanmış biçimde bütün ülkeye dağılmış oldukları, tek tek küçük çiftliklerde, geri teknikle kendilerini paraladıkları özel mülkiyetin kölesi oldukları, toprak sahipleri, Kulaklar, tüccarlar, spekülatörler ve tefeciler vb. tarafından serbestçe sömürüldüğü söylenir. Gerçekten de ana kitlesi gözönüne alınacak olursa, kapitalist ülkelerde köylülük tam da böyle bir sınıftır. Bugün köylülüğümüzün Sovyet köylülüğünün, yığınsal olarak bu köylülüğe benzediği söylenebilir mi? Hayır söylenemez. Artık bizim ülkemizde böyle bir köylülük yok. Bizim Sovyet köylülüğümüz tamamen yeni bir köylülüktür. Bizde köylülüğü sömürebilecek toprak sahipleri, Kulaklar, tüccarlar ve tefeciler yok. Demek ki bizim köylülüğümüz sömürüden kurtuluş bir köylülüktür. Devamla, Sovyet köylülüğümüz ezici çoğunluğuyla bir kollektif köylülüktür, yani beceri ve yeteneklerinin, bireysel emek ve geri teknik temelinde değil, kollektif emek ve modern teknik temelinde kuruyorlar. Son olarak köylülüğümüzün ekonomisinin temelinde, özel mülkiyet değil, kollektif çalışma zemininde gelişmiş olan kollektif mülkiyet vardır.
Gördüğünüz gibi Sovyet köylülüğü, insanlık tarihinin benzerini hiç bir zaman görmediği tamamen yeni bir köylülüktür.
Son olarak aydınlar sorununa, mühendisler ye teknisyenler, kültür cephesi çalışanları ve genel olarak görevliler sorununa geçelim. Aydınlar, geçtiğimiz dönemde büyük değişikliklere uğradılar. Kendisini sınıflarüstünde konumlandırmaya çalışan ama gerçekte toprak sahipleri ve kapitalistlerin hizmetinde olan o kemikleşmiş eski aydınlar yok artık. Sovyet aydınlarımız, bütün damarlarıyla işçi sınıfına ve köylülüğe bağlı olan tamamen yeni aydınlardır. Değişen şey, birincisi, aydınların bileşimidir. Sovyet aydınları içinde soylu ya da burjuva kökenli ente1ektüellerin sayısı çok azdır. Sovyet aydınlarının yüzde 80-90’ı işçi sınıfından, köylülükten ve öteki emekçi kesimlerden gelmektedir. Aydınların faaliyetlerinin karakteri de değişmiştir. Eskiden zengin sınıflara hizmet etmek zorundaydı, çünkü başka çaresi yoktu. Şimdi artık halka hizmet etmek zorunda, çünkü artık sömürücü sınıflar yok. Tam da bunun için, şimdi onlar, işçiler ve köylülerle birlikte aynı hedef doğrultusunda yeni, sınıfsız, sosyalist toplumu inşa eden Sovyet toplumunun aynı haklara sahip üyeleridir.
Gördüğünüz gibi bu, dünyada bir benzeri olmayan tamamen yeni, emekçi aydınlardır.
Geride bırakılan zaman içerisinde Sovyet toplumunun sınıfsal yapısında meydana gelen değişiklikler bunlardır.
Bu değişiklikler neyi göstermektedir?
Bu değişiklikler birinci olarak, işçi sınıfı ile köylülük arasında, aynı zamanda bu sınıflarla aydınlar arasındaki sınır çizgilerinin kaybolmakta olduğunu, eski sınıf kapalılığının kaybolmakta olduğunu göstermektedir. Bu, sosyal gruplar arasında mesafelerin giderek azaldığı anlamına gelir.
Bu değişiklikler ikinci olarak, bu sosyal gruplar arasındaki ekonomik zıtlıkların ortadan kaybolmakta olduğunu, silinmekte olduğunu göstermektedir.
Son olarak bu değişiklikler, söz konusu sosyal gruplar arasındaki politik zıtlıkların ortadan kalkmakta, silinmekte olduğunu göstermektedir.
Sovyetler Birliği’nin sınıfsal yapısında meydana gelen değişimlerin durumu budur.
Sovyetler Birliği’nde toplumsal yaşamda meydana gelen değişimler tablosu, eğer bir başka alanda daha meydana gelen değişimler üzerine bir kaç söz söylemeden geçilirse, tamamlanmış olmayacaktır. Sovyetler Birliği’ndeki ulusların birbirleriyle ilişkilerinde, ortaya çıkan değişiklikten sözediyorum. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği’nde 60 ulus, ulusal grup ve halk grubu* vardır. Sovyet devleti çok uluslu bir devlettir. Sovyetler Birliği halkları arasında ilişkiler sorununun bizim için çok büyük önemi olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bilindiği gibi, 1922 yılında, SSCB 1. Sovyet Kongresi’nde, kurulmuştur. SSCB, eşitlik ve Sovyetler Birliği halklarının özgür iradeleri temelinde kurulmuştur. Halen yürürlükte olan, 1924 yılında kabul edilen anayasa SSC Birliği’nin ilk anayasasıdır. O zaman henüz, halklar arasında, Büyük Ruslara karşı duyulan güvensizlik tam olarak ortadan kalkmadığı, merkezkaç güçlerin etkisi hala devam ettiği için, halklar arasındaki ilişkiler, olması gerektiği gibi değildi. Bu koşullar altında, halkların federe milliyetler devleti halinde birleştirilmesiyle bu ekonomik, politik ve askeri örgütleme temelinde. halkların kardeşçe ortak çalışmasını örgütlemekti, söz konusu olan. Sovyet iktidarı bu meselenin zorluklarını bilmiyor değildi. Burjuva ülkelerde başarısızlıkla sonuçlanmış çok uluslu devlet denemeleri önünde durmaktaydı. Eski Avusturya-Macaristan başarısız denemesi önünde durmaktaydı. Bütün bunlara rağmen, bir çok uluslu devlet yaratmaya girişti, çünkü sosyalizm temelinde oluşmuş bir çok uluslu devletin bütün sınavlardan geçebileceğini biliyordu.
O günden bu yana 14 yıl geçti. Bu denemeyi sınavdan geçirmeye yetecek bir süredir bu. Peki sonuç nedir? Geçen zaman sosyalizm temelinde bir devlet kurma girişiminin tamamen başarıldığını, herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde göstermiştir. Bu, Leninist ulusal politikanın kesin zaferidir. (Sürekli alkış.)
Bu zafer neyle açıklanır?
Uluslararasındaki anlaşmazlıkların baş organizatörü olan sömürücü sınıfların olmamasıyla; karşılıklı güvensizlik üreten ve ulusal hırslara yolaçan sömürünün olmamasıyla; her türlü köleliğin düşmanı ve enternasyonalizm düşüncesinin sahibi olan işçi sınıfının iktidarda olması gerçeğiyle; ekonomik ve toplumsal hayatın bütün alanlarında halkların karşılıklı yardımlaşmasının gerçekten gerçekleşmesiyle; son olarak Sovyetler Birliği halklarının biçimde ulusal, içerikte sosyalist olan ulusal kültürlerinin gelişmesiyle —bütün bu ve benzeri faktörler, Sovyetler Birliği halklarının fizyonomisinin tamamen değişmesine, karşılıklı güvensizlik duygusunun ortadan kalkmasına, karşılıklı dostluk duygularının gelişmesine yol açmış, böylece de bütünlüklü bir federal devlet sistemi içinde halkların gerçekten kardeşçe işbirliği oluşmuştur.
E1de ettiğimiz sonuç, sınavlardan başarıyla geçmiş, dünyadaki bütün ulusal devletlerin sağlamlığına gıpta edebileceği tamamen gelişmiş bir sosyalist çok uluslu devlete sahip olduğumuzdur. (Coşkun alkışlar.)
Geçtiğimiz dönemde Sovyetler Birliği’nin ulusal ilişkiler alanında meydana gelen değişimler bunlardır.

1924-1936 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin ekonomik, toplumsal ve politik yaşamında meydana gelen değişikliklerin toplam sonuçları bunlardır.

III

ANAYASA TASLAĞININ TEMEL ÖZELLİKLERİ


Sovyetler Birliği’nin yaşamında meydana gelen bütün bu değişiklikler yeni anayasa taslağına nasıl yansımıştır?

Başka deyişle: Bugünkü Kongre’ye denetlenmek üzere sunulan anayasa taslağının temel özellikleri nelerdir?
Anayasa Komisyonu, 1924 Anayasası metninde değişiklikler yapmakla görevlendirilmişti. Yeni anayasa metni, SSCB yeni anayasa taslağı, Anayasa Komisyonu’nun bu çalışmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Anayasa Komisyonu, yeni anayasa taslağını hazırlarken, Anayasanın programla karıştırılmaması gerektiğinden hareket etmiştir. Bu bir programla bir anayasa arasında esaslı bir farkın olduğu anlamına gelir. Program, henüz gerçekleşmemiş, gelecekte gerçekleştirilmesi başarılması hedeflenenden sözederken, anayasa şimdi olandan, bugün gerçekleşmiş, başarılmış olandan sözetmektedir. Program gelecekle, anayasa bugünle ilgilidir.
İki örnek.
Sovyet toplumumuz, esas itibariyle sosyalizmi gerçekleştirmiş, sosyalist toplumu kurmuştur, yani Marksistlerin genellikle Komünizmin birinci ya da alt aşaması dediklerini gerçekleştirmiştir. Demek ki ülkemizde komünizmin ilk aşaması, sosyalizm, esas itibariyle gerçekleşmiştir. (Sürekli alkış). Komünizmin bu aşamasının temel formülü bilindiği gibi şudur: “Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre”. Anayasamız bu gerçeği, sosyalizme ulaşıldığı gerçeğini ifade etmek zorunda mı? Ayaklarını bu kazanım üzerine mi basmalı? Evet mutlaka böyle olmalı. Böyle olmalı, çünkü Sovyetler Birliği için sosyalizm artık kazanılmış ve ulaşılmış bir şeydir.
Ne var ki Sovyet toplumu “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” formülünün egemen ilke olduğu komünizmin daha yüksek aşamasına, hedefi gelecekte komünizmin bu üst aşamasını gerçekleştirmek olmasına rağmen, henüz ulaşmamıştır. Anayasamız ayaklarını henüz gerçekleşmemiş, ileride ulaşılacak olan komünizmin üst aşamasına basabilir mi? Hayır basamaz, çünkü komünizm Sovyetler Birliği için henüz gerçekleşmemiş, gelecekte ulaşılacak bir şeydir. Eğer bir programa, ya da gelecekte elde edilecekler üzerine bir deklarasyona dönüşmeyecekse bunu yapamaz.
Bu verili tarihsel anda Anayasamız’ın çerçevesi budur.
Böylece yeni anayasa taslağı, katedilen yolun sonucunu, artık elde ettiğimiz kazanımların sonucunu göstermektedir. Demek ki yeni anayasa taslağı, pratikte ulaşılmış ve elde edilmiş olan kazanımların sonuçlarını göstermektedir. (Coşkun alkışlar).
SSCB yeni anayasasının ilk özelliği burada yatmaktadır.
Devamla. Burjuva ülkelerin anayasaları genellikle, kapitalist toplumsal düzenin sarsılmaz olduğundan hareket etmektedirler. Bu anayasaların esaslarını, kapitalizmin ilkeleri, onun temel direkleri oluşturmaktadır: Toprak ve arazi, ormanlar, fabrikalar, işletmeler ve diğer üretim araç ve gereçleri üzerindeki özel mülkiyet; insanın insan tarafından sömürülmesi ve sömürenlerle sömürülenlerin varlığı; toplumun bir kutbunda, çoğunluğu oluşturan emekçilerin geçim koşullarının güvensizliği, ve öteki kutbunda ise geçim koşulları güvence altına alınmış azınlığın israfı vs. vs. Burjuva ülkelerin anayasaları kapitalizmin bu ve benzeri temel direklerine dayanmaktadır. Bunları yansıtır yasalarla pekiştirirler.
Bu anayasalardan farklı olarak SSCB yeni anayasa taslağı, kapitalist toplum düzeninin ortadan kaldırıldığı, Sovyetler Birliği’nde sosyalist toplum düzeninin zafere ulaştığı gerçeğinden hareket etmektedir. SSCB yeni anayasa taslağının ana temelini, sosyalizmin ilkeleri, artık elde edilmiş ve gerçekleştirilmiş temel direkleri oluşturmaktadır: Toprak ve arazi, ormanlar, fabrikalar ve işletmeler ve diğer üretim araç ve gereçleri üzerindeki sosyalist mülkiyet; sömürünün ve sömürücü sınıfların ortadan kaldırılması; çoğunluğun sefaletinin azınlığın ise har vurup harman savurmasının ortadan kaldırılması; işsizliğin ortadan kaldırılması; çalışmanın, çalışabilecek her yurttaşın şu formüle göre görevi ve namus borcu olması: “çalışmayan yemez”. İş hakkı, yani her yurttaşın güvenceli bir iş sahibi olması hakkı; dinlenme hakkı; eğitim hakkı vs. vs. Yeni anayasa taslağı sosyalizmin bu ve benzeri temel direklerine dayanmaktadır. Bunları yansıtmakta ve yasalarla pekiştirmektedir.
Yeni anayasa taslağının ikinci özelliği budur.


Devamla. Burjuva anayasaları toplumun uzlaşmaz sınıflardan zenginliklere sahip sınıflarla bu zenginliklere sahip olmayan sınıflardan oluştuğu; iktidara hangi parti gelirse gelsin, toplumun siyasi yönetiminin (diktatörlük) burjuvazinin elinde olması gerektiği, anayasa mülk sahibi sınıfların yararına olan toplumsal ilişkileri pekiştirmek için gerek duyulduğu varsayımından hareket etmektedir.
Burjuva anayasalarından farklı olarak SSCB yeni anayasa taslağı, toplumda uzlaşmaz sınıflar olmadığı; toplumun iki dost sınıf olarak işçi sınıfı ve köylülerden oluştuğu, iktidarda bu emekçi sınıfların olduğu, toplumun siyasi yönetiminin (diktatörlük) en ileri sınıf olan işçi sınıfına düştüğü, anayasanın emekçilerin yararına olan toplumsal ilişkileri pekiştirmek için gerektiğinden hareket etmektedir.
Yeni anayasa taslağının üçüncü özelliği budur.
Devamla. Burjuva anayasaları, sessiz sedasız, uluslar ve ırkların eşit. olamayacağından, tam bağımsız uluslarla, tam bağımsız olmayan ulusların varlığından, bunun dışında üçüncü bir uluslar ve ırklar kategorisi olarak, sömürgelerde tam bağımsız olmayan uluslardan daha az haklara sahip uluslar ve ırklar bulunduğundan hareket etmektedir. Bu, bütün bu anayasaların emelleri itibariyle ulusal oldukları, yani egemen ulusların anayasaları oldukları, anlamına gelir.
Bu anayasalardan farklı olarak SSCB yeni anayasa taslağı, enternasyonaldir. Bütün ulus ve ırkların eşit olduğundan hareket etmektedir. Renk, dil, kültürel seviye, devlet olarak gelişme düzeyi, uluslar ve ırklar arasındaki herhangi bir farkın ulusların hak eşitsizliğine neden olarak hizmet edemeyeceğinden hareket etmektedir. Bu anayasa taslağı, ulus ve ırkların geçmişleri ve şimdiki durumlarından, güç ve güçsüzlüklerinden bağımsız olarak, toplumun ekonomik, toplumsal, devletsel ve kültürel yaşamının bütün alanlarında eşit haklara sahip çalışmaları gerektiğinden hareket etmektedir.
Yeni anayasa taslağının dördüncü özelliği budur.
Yeni anayasa taslağının beşinci özelliği kesin ve tam uygulanan demokratizmdir. Demokratizm açısından burjuva anayasaları ikiye ayrılabilir: Birinci grup, yurttaşların eşitliğini ve demokratik özgürlükleri açıktan açığa reddeder ve gerçekten bunların hepsini boşa çıkarır. Burjuva anayasalarının ikinci grubu ise, demokratik ilkeleri tanımayı tercih eder, hatta bunları över, fakat bu arada öylesine kayıtlar ve sınırlamalar koyar ki, demokratik hak ve özgürlüklerin tamamen sakatlandığı görülür. Bu anayasalar bütün yurttaşlar için eşit oy hakkından sözederler, ama bu seçme hakkını hemen, bir yerde ikamet ediyor olma, eğitim, hatta servet sahibi olma zorunluluğuna bağlı kılarlar. Bütün yurttaşların eşit haklarından sözederler ama hemen, bu hakkın kadınlar için geçerli olmadığı ya da kısmen geçerli olduğu kaydını koyarlar vs.
SSCB yeni anayasa taslağının bir özelliği, bu tür kayıt ve sınırlamalardan bağımsız olmasıdır. Onun için aktif ve pasif yurttaşlar yoktur, onun için bütün yurttaşlar aktiftir. O, hak eşitliğinde kadın erkek ayırımı “bir yerde ikamet eden” “ikamet etmeyen”, mülk sahibi, mülksüz, eğitim görmüş, görmemiş ayrımı tanımaz. Onun için, bütün yurttaşlar hak eşitliğine sahiptir. Her yurttaşın toplumdaki yerini servet durumu, ulusal kökeni, cinsi, görevi değil, kişisel yetenekleri ve yaptığı iş belirlemektedir.
Son olarak yeni anayasa taslağının bir özelliği daha. Burjuva anayasaları, kendilerini genellikle bu hakları gerçekleştirme koşullarıyla, bunların gerçekleştirilmesi olanaklarıyla, bu gerçekleşmenin araçlarıyla uğraşmaksızın yurttaşların biçimsel haklarını saptamakla sınırlarlar. Yurttaşların eşitliğinden sözedilir, ama işverenle işçi, toprak sahibiyle köylü arasında, birinciler zenginlikleri ve toplumsal ağırlığı ellerinde tuttukça, ikinciler ise bu her ikisinden yoksun kaldığı sürece, birinciler sömürenler ve diğerleri sömürülenler olarak kaldığı sürece, gerçek eşitliğin olamayacağını unutuyorlar. Ya da: Konuşma, toplantı ve basın özgürlüğünden sözediliyor, ama toplantılar için uygun mekanlara, iyi basımevlerine, yeterli miktarda kağıda vs. sahip olunmadığı koşullarda bu özgürlüklerin işçiler için boş laf olduğunu unutuyorlar.
Yeni anayasa taslağının bir özelliği, kendisini yurttaşların biçimsel haklarını saptamakla sınırlamaması, bilakis ağırlık noktasını, bu hakların garanti altına alınması, bu hakların gerçekleştirilmesinin araçları sorunu üzerinde yoğunlaştırmasıdır. Bu, sadece yurttaşların eşit haklara sahip olduklarını ilan etmiyor, aynı zamanda bu hakları, sömürü rejiminin ortadan kaldırılmış, yurttaşların her türlü sömürüden kurtarılmış olduğu gerçeğini yasalarla saptayarak da güvence altına alıyor. Bu, sadece çalışma, hakkını ilan etmiyor, aynı zamanda Sovyet toplumunda krizlerin ve işsizliğin ortadan kaldırılmış olduğu gerçeğini yasalarla saptayarak güvence altına alıyor. Bu sadece demokratik özgüt1ükleri açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda, belirli maddi olanaklarla yasal yoldan bunları güvence altına alıyor. O nedenle, yeni anayasa taslağının demokratizminin “alışılmış” “genel kabul gören” bir demokratizm olmadığı, bir sosyalist demokrasi olduğu açıktır.
SSCB yeni anayasa taslağının özellikleri esas itibariyle bunlardır.
1924-1936 yılları arasındaki dönemde Sovyetler Birliği’nin ekonomik, sosyal ve politik yaşamında meydana gelen değişim ve birikimlerinin yeni anayasa taslağına yansıması işte böyledir.



IV

ANAYASA TASLAĞININ BURJUVA ELEŞTİRİSİ

Anayasa taslağının burjuva eleştirisi üzerine bir kaç söz.
Yabancı burjuva basınının anayasa taslağına karşı aldığı tavır, hiç kuşkusuz ilginçtir. Yabancı basın burjuva ülkelerde çeşitli halk kesimlerinin düşüncelerini yansıttığı için, bu basının anayasa taslağına ilişkin eleştirilerini görmezden gelemeyiz.


Yabancı basının anayasa taslağına tepkisinin ilk belirtileri, kendisini belirli bir eğilimde göstermektedir: Taslağı ölüm suskunluğuyla geçiştirmek. Bu durumda, en gerici, en faşist basını göz önünde bulunduruyorum. Eleştirmenlerin bu grubu, anayasa taslağını ölüm sessizliğiyle geçiştirerek sanki böyle bir taslak yokmuş, böyle bir şey hiç var değilmiş gibi davranmayı tercih etmektedir. Susmanın eleştiri olmadığı söylenebilir. Fakat bu doğru olmaz. Görmezden, gelmenin özel bir biçimi olarak susmak, aptalca ve gülünç bir eleştiri biçimi de olsa, yine de bir eleştiri biçimidir. (Gülüşmeler, Alkışlar.) Ne var ki susmakta başarılı olamadılar. Nihayetinde supabı açıp, ne kadar can sıkıcı da olsa, dünyaya, SSCB yeni anayasa taslağının varlığını açıklamak zorunda kaldılar. Sadece varlığını açıklamakla da yetinmediler, aynı zamanda bu taslağın insanların düşüncelerini kötü yönde etkilemeye başladığını açıkladılar. Ne de olsa, dünyada olaylar hakkında gerçeği bilmek isteyen bir kamuoyu, okurlar, yaşayan insanlar bulunduğu için, bunları uzun süre aldatarak tutmak mümkün olmadığı için başka türlü olamazdı. Aldatmacayla bir yerlere varmak mümkün değildir.
Eleştirmenlerin ikinci grubu, böyle bir taslağın varlığını kabul etmekte, fakat taslağın, esas itibariyle, bir anayasa taslağı değil, manevra yapmak ve insanları aldatmak amacıyla ortaya çıkarılmış boş bir kağıt parçası, boş vaatler olarak önemli olmadığını iddia etmektedir. Bu eleştirmenlere göre, Sovyetler Birliği bir devlet değil, tam bir coğrafi kavram (gülüşmeler) olduğu için, daha iyi bir taslak yapamazdı; kendisi devlet olmadığı için anayasası da gerçek bir anayasa olamazdı. Bu eleştirmenler grubunun tipik sözcülüğünü, ne kadar tuhaf duyulsa da, yarı resmi “Alman Diplomatik-Politik Muhaberatı” dergisi yapmaktadır. Bu dergi SSCB yeni anayasa taslağının boş vaatler, bir hile, bir “Potemkin-Köyü” olduğunu söylemektedir açıkça. Dergi, Sovyetler Birliği’nin devlet olmadığını, “tamamen belirlenmiş bir, coğrafi kavramdan başka bir şey olmadığı”nı (gülüşmeler), o nedenle SSCB Anayasası’nın gerçek bir anayasa olarak nitelendirilemeyeceğini kesin bir dille açıklamaktadır.
Böyle eleştirmenlere (tabir caizse) ne denebilir?
Büyük Rus yazarı Şçedrin, masallarında son derece darkafalı ve aptal, ama bir o kadar da kendine güvenli ve gayretkeş, inatçı bir bürokrat tipini anlatmaktadır. Bu bürokrat kendisine “emanet edileni” bölgelerde, binlerce insanı katlederek, onlarca kenti yakarak “huzur ve düzeni” sağladıktan sonra, etrafına göz gezdirdi ve elbette, az bilinen, öğrenildiğine göre, halk arasında karışıklıklara yolaçan bazı özgürlüklerin olduğu ve devletin başka yöntemlerle yönetildiği Amerika’yı gördü ufukta. Bürokrat Amerika’nın farkına varır ve öfkelenir: Nasıl bir ülke bu? Nereden geldi, hangi hakla varlığını sürdürebiliyor? (Gülüşmeler alkışlar). Elbette bir kaç yüzyıl önce tesadüfen keşfedilmişti, geriye izi bile kalmaması için yeniden üstü örtülemez mi? (Gülüşmeler.) Bunu söyledikten sonra verdiği kararı yazar: “Amerika’nın üstü yeniden örtülmelidir!” (Gülüşmeler).
Bana öyle geliyor ki “Alman Diplomatik-Politik Muhaberatı” dergisindeki baylar, Şçedrin’in bürokratına iki yumurtanın birbirine benzediği gibi benzemektedir. (Gülüşmeler, onaylayıcı alkışlar.) Sovyetler Birliği çoktan beri bu bayların gözünde bir dikendir. Sovyetler Birliği; 19 yıldır bir fener kulesi gibi ayaktadır: Bütün dünyadaki işçi sınıflarına kurtuluş ruhunu taşımakta ve işçi sınıfı düşmanlarını öfkeye boğmaktadır. Ve şimdi, bu Sovyetler Birliği’nin, varlığını sadece sürdürmekle kalmadığı; aynı zamanda büyüdüğü; büyümekle kalmadığı, hatta geliştiği, gelişmekle kalmadığı, ruhları uyandıran, ezilen sınıflara yeni umutlar uyandıran yeni bir anayasa taslağı hazırladığı ortaya çıkmıştır. (Alkışlar). Almanların yarı resmi dergisindeki baylar nasıl öfkelenmesinler? Nasıl bir ülke bu, diye yaygarayı basıyorlar, hangi hakla varlığını sürdürüyor (gülüşmeler), 1917de keşfedilmişse de geride izi bile kalmaması için neden yerin dibine gömülemiyor? Bunu söyledikten sonra karar verdiler: Sovyetler Birliği’nin üzeri tekrardan örtülmelidir, Sovyetler Birliği’nin devlet olarak var olmadığı Sovyetler Birliği’nin basit bir coğrafi kavramdan başka bir şey olmadığı bütün dünyaya açıklanmalıdır. (Gülüşmeler).
Amerika’nın yeniden gömülmesi kararını kaleme aldıktan sonra Şçedrin’in bürokratı, bütün aptallığına rağmen, gerçekliği bir nebze anladığını gösteren bir ifadeyle konuşur. Kendi kendisiyle: “Fakat bunun bana bağlı olmadığı görülüyor”. (Kahkahalar, coşkun alkışlar). Almanların yarı resmi dergisindeki bayların, şu ya da bu devleti kağıt üzerinde” gömebileceklerini”, “örtebileceklerini” fakat gerçekte, ciddi konuşmak gerekirse, “bunun onlara bağlı olmadığı”nı anlayıp anlamayacaklarını bilmiyorum. (Yoğun gülüşmeler, coşkun alkışlar.)
SSCB Anayasası’nın boş bir söz, bir “Potemkin-Köyü” olduğu vs. yolundaki iddiaya gelince, kendi kendilerini ifade eden bir dizi kesin gerçeklere dayanmak istiyorum.
1917’de Sovyetler Birliği halkları burjuvaziyi alaşağı etmiş proletarya diktatörlüğünü kurmuştur. Bu bir olgudur vaad değil.
Sonra, Sovyet iktidarı toprak sahipleri sınıfını tasfiye etmiş ve toprak sahiplerine, devlete ve manastırlara ait 150 milyon hektar toprağı, daha önce köylülerin elinde olan topraklara ek olarak, vermiştir. Bu bir olgudur vaad değil.
Sonra Sovyet iktidarı, kapitalist sınıfı mülksüzleştirmiş, elinden bankaları, fabrikaları, demiryollarını ve diğer üretim araç ve gereçlerini almış, bunların artık sosyalist mülkiyet olduğunu açıklamış ve bu işletmelerin başına işçi sınıfının en iyi unsurlarını geçirmiştir. Bu bir olgudur, vaad değil. (Sürekli Alkış.)
Sonra Sovyet iktidarı, endüstriyi ve tarımı, yeni tekniklerin kullanıldığı sosyalist temelde örgütleyerek, Sovyetler Birliği’nde tarımın da savaş öncesi zamandan bir buçuk kat daha fazla üretim, endüstride ise savaş öncesi zamandan yedi kat daha fazla üretim sağlamış, ulusal gelir, savaş öncesi zamanla kıyaslandığında, dört kez artmıştır. Bütün bunlar birer olgudur, vaad değil. (Sürekli alkış.)
Sonra Sovyet iktidarı, işsizliği ortadan kaldırmış, çalışma, dinlenme, eğitim hakkını gerçekleştirmiş, işçilere, köylülere, aydınlara en iyi maddi ve kültürel koşulları sağlamış ve yurttaşların genel, doğrudan, eşit ve gizli seçim hakkını güvence altına almıştır. Bütün bunlar birer olgudur, vaad değil. (Sürekli alkış.)
Son olarak Sovyetler Birliği, bu herkesin bildiği olguların tescil edilmesi ve yasalarla saptanması anlamına gelen, artık elde edilmiş kazanımların tescil edilmesi ve yasalarla saptanması demek olan yeni anayasa taslağını hazırlamıştır.
Bütün bunlardan sonra yarı-resmi Alman gazetesinden bayların “Potemkin-Köyü” üzerine gevezelikler için Sovyetler Birliği’ne ilişkin gerçekleri halktan gizleme, halkı kandırma ve dolandırma amacını güdüp gütmediğini sormak gerekir.
Bunlar olgulardır. Ama olgular bilindiği gibi, inatçıdır. Yarı resmi Alman gazetesinden baylar şöyle söyleyebilirler: Olgular için daha kötü ya. (Gülüşmeler.) Bu durumda bu bayları, ünlü Rus atasözüyle yanıtlamak mümkün: “Aptallar için yasa yapılmaz.” (Yoğun gülüşmeler, sürekli tezahürat.)
Üçüncü eleştirmenler grubu ise anayasa taslağının belli avantajları olduğunu reddetme eğiliminde değil; olumlu bir olgu olduğunu düşünüyor, fakat taslaktaki bir dizi temel ilkenin hayata geçirilebileceğinden kuşku duyuyor, çünkü bunların gerçekleşmez şeyler olduğundan, kağıt üzerinde kalacağından emin. Bunlar, hafif bir deyimle şüphecilerdir. Bu tür şüpheciler her ülkede var.
Bunlarla ilk kez karşılaşmadığımız söylenmelidir. Bolşevikler, 1917’de iktidarı ele geçirdiklerinde, şüpheciler şöyle demişti: Aslında Bolşevikler kötü insanlar değiller, fakat iktidar konusunda başarılı olamayacaklar, fiyaskoya uğrayacaklardır. Ne var ki gerçekte, Bolşeviklerin değil, tersine şüphecilerin fiyaskoya uğradığı ortaya çıktı.
İç savaş ve yabancı müdahaleler döneminde de yabancı şüpheciler şöyle dediler: Sovyet iktidarı elbette kötü bir şey değil, fakat yabancılarla birleşmiş olan Denikin ve Kolçak’ı yenmeleri olanaksız. Ne var ki gerçekte şüphecilerin bu konuda da yanıldığı ortaya çıktı.
Sovyet iktidarı beş yıllık planı açıkladığında, şüpheciler yeniden sahneye çıkmış ve şöyle demişlerdi: Beş yıllık plan elbette iyi bir şey, ama gerçekleşmesi olanaksız. Bolşeviklerin beş yıllık planı, büyük olasılıkla başarısızlığa uğrayacaktır. Fakat gerçekler bir kez daha şüphecilerin talihinin yaver gitmediğini gösterdi: Beş yıllık plan dört yılda gerçekleşti.
Yeni anayasa taslağı ve şüphecilerin taslak üzerine eleştirileri hakkında da aynı şey söylenebilir. Taslak yayınlanır yayınlanmaz, bu eleştirmenler grubunun, ümitsiz şüphecilikleriyle, anayasanın bazı temel ilkelerinin uygulanabilirliğine ilişkin kuşkularıyla ortaya çıktıkları görüldü. Şüphecilerin bu konuda da yenilgiye uğrayacaklarından, geçmişte birden fazla yaşadıkları fiyaskolara bir yenisi daha ekleneceğinden kuşku duymak için hiç bir neden yok.
Yeni anayasa taslağına saldıran dördüncü eleştirmenler grubu, taslağı “sağa kayış” olarak, “proletarya diktatörlüğünden vazgeçme”, “Bolşevik rejimin tasfiye edilmesi” olarak karakterize ediyor. Çeşitli tonlarda “Bolşevikler sağa kaydılar, bu bir olgudur” diye açıklıyorlar. Bu konuda en gayretli tavrı belli Polonya gazeteleriyle, kısmen Amerikan gazeteleri alıyorlar.
Böyle eleştirmenlere (tabir caizse) ne denebilir?
İşçi sınıfı diktatörlüğünün temellerinin genişlemesini, diktatörlüğün toplumun devlet tarafından yönetilmesinin daha esnek, dolayısıyla daha güçlü bir sisteme dönüştürülmesini, işçi sınıfı diktatörlüğünün güçlenmesi olarak değil, güçsüzleşmesi, hatta ondan vazgeçilmesi olarak anlıyorlarsa, bu durumda şu sorunun sorulmasına izin verilmelidir: Bu baylar işçi sınıfı diktatörlüğünün ne olduğunu biliyorlar mı acaba?
Sosyalizmin zaferinin yasalarla pekiştirilmesi, sanayinin kollektifleştirmesi ve demokratikleşmenin pekiştirilmesi bunlar tarafından “sağa kayış” olarak değerlendiriliyorsa; bu durumda şu sorunun sorulmasına izin verilmelidir: Bu baylar solla sağın arasındaki farkı biliyorlar mı acaba? (Gülüşmeler, alkışlar).
Bu bayların anayasa taslağını eleştirirken herşeyi birbirine karıştırdıklarından ve bu arada sağla solu birbirine karıştırdıklarından kuşku duymak için herhangi bir neden yok.
Bu vesileyle, insanın aklına ister istemez, Gogol’ün “Ölü Canları”nın “hizmetçisi” Pelagea geliyor. Gogol’ün yazdığına göre Pelagea, Çiçikov’un arabacısı Selifan’a yolu göstermek ister, ama yolun sağ yanını sol yanından ayırdedemediği için tamamen şaşırır ve can sıkıcı bir duruma düşer. Polonya gazetelerinde yazan eleştirmenlerimizin, bütün küstahlıklarına rağmen, “Ölü Canlar”ın “hizmetçisi” Pelagea’nın anlayış yeteneğinden farklı bir düzeyde olmadıkları saptanmalıdır. (Alkışlar). Anımsayacağınız gibi, arabacı Selifan, Pelagea’yı, sağla solu karıştırdığı için, şöyle diyerek azarlamak zorunda kalmıştır: “Ah pis ayaklı... nerenin sağ, nerenin sol olduğunu bilmiyorsun. Bana öyle geliyor, ki bizim talihsiz eleştirmenlerimizi de azarlayıp şöyle denmeli: Ah zavallı eleştirmenler... sağın nerede, solun nerede olduğunu bilmiyorsunuz. (Sürekli alkışlar).
Son olarak bir eleştirmenler grubu daha. Biraz önce sözünü ettiğimiz grup, anayasa taslağını, işçi sınıfı diktatörlüğünden vazgeçmekle suçlarken, bu son grup da tam tersine, Sovyetler Birliği’ndeki mevcut durumu değiştirmemekle, işçi sınıfı diktatörlüğüne hiç dokunmamakla, siyasi partileri serbest bırakmamakla ve Sovyetler Birliği’nde Komünist partinin şimdiki önder rolünü korumakla suçlamaktadır. Böylelikle bu eleştirmenler grubu, Sovyetler Birliği’nde partilerin serbest olmaması durumunu demokratizmin temellerinin ihlal edilmesi olarak değerlendirmektedir.
Yeni anayasa taslağının gerçekten de, işçi sınıfı diktatörlüğü rejimini muhafaza ettiğini, SSCB’de Komünist Parti’nin şimdiki önder konumunu devam ettirdiğini, söylemek zorundayım. (Coşkun alkışlar). Saygıdeğer eleştirmenler bunu yeni anayasa taslağının bir eksikliği olarak değerlendiriyorsa, bundan sadece üzüntü duyulabilir. Fakat biz Bolşevikler, bunu anayasa taslağının bir üstünlüğü olarak görüyoruz. (Coşkun alkışlar).
Çeşitli siyasi partilerin özgürlüğüne gelince, bu konuda biraz farklı düşünüyoruz. Parti sınıfın bir parçası, onun en ileri parçasıdır. Çok sayıda parti, dolayısıyla partilerin serbestliği çıkarları birbirine düşman ve birbiriyle uzlaşmaz olan antagonist sınıfların olduğu bir toplumda, kapitalistlerle işçilerin, toprak sahipleriyle köylülerin, Kulaklarla köy yoksullarının vs. olduğu bir toplumda var olabilir. Ama Sovyetler Birliği’nde kapitalistler toprak sahipleri, Kulaklar vs. gibi sınıflar artık yoktur. Sovyetler Birliği’nde çıkarları yalnızca birbirine düşman olarak kalmayıp, aynı zamanda uyum içinde bulunan iki sınıf, işçilerle köylüler vardır: Dolayısıyla Sovyetler Birliği’nde çeşitli partiler için zemin yoktur, böylece çeşitli partilerin özgürlüğünün de zemini yoktur; Sovyetler Birliği’nde sadece bir partinin Komünist Parti’nin zemini vardır. Sovyetler Birliği’nde sadece bir parti, işçi ve köylülerin çıkarlarını cesaretle ve sonuna kadar savunan komünistlerin partisi olabilir. Ve bu partinin sözkonusu sınıfların çıkarlarını hiç te kötü savunmadığı kuşku götürmez. (Coşkun alkışlar).
Demokrasiden sözediliyor. Peki ama nedir demokrasi? Antagonist sınıfların bulunduğu kapitalist ülkelerde, demokrasi, son tahlilde güçlüler için bir demokrasi, mülk sahibi bir azınlık için demokrasidir. Sovyetler Birliği’ndeki demokrasi ise tam tersine, emekçiler için demokrasi, yani herkes için demokrasidir. Bundan çıkan sonuç, demokratizmin temellerinin SSCB yeni anayasa taslağıyla ihlal edilmediği, bilakis burjuva anayasaları tarafından ihlal edildiğidir. O nedenle SSCB anayasasının, dünyada sonuna kadar demokratik tek anayasa olduğuna inanıyorum.
SSCB yeni anayasa taslağına ilişkin burjuva eleştirilerin durumu bu merkezdedir

V
ANAYASA TASLAĞINDA DEĞİŞİKLİK VE TAMAMLAMA ÖNERİLERİ


Şimdi, taslağın tüm halk tarafından tartışıldığı süreçte yurttaşların anayasa taslağına ilişkin getirdikleri değişiklik ve tamamlama önerilerine geçelim.
Anayasa taslağının halk tarafından tartışılması, bilindiği gibi oldukça önemli miktarda değişiklik ve tamamlama önerilerinin yapılmasına yolaçmıştır. Bunların hepsi Sovyet basınında yayınlandı. Değişiklik önerilerinin çeşitliliği ve değerlerinin farklı olması nedeniyle, bence bunları üç kategoriye ayırmak gerekir.
Birinci kategorideki değişiklik önerilerinin karakteristik özelliği, anayasa sorunlarını değil, gelecekteki yasama organlarının gündelik yasama faaliyetine ilişkin sorunları ele almalarıdır. Sosyal güvenlikle ilgili bazı sorunlar, Kollektif çiftlik insanının, endüstriyel inşanın belli sorunları, maliyenin sorunları —sözkonusu değişiklik önerilerinin konuları bunlardır. Bu değişiklik önerilerinin sahipleri belli ki anayasa sorunlarıyla gündelik yasama sorunları arasındaki farkın bilincinde değiller. O nedenle de, anayasaya mümkün olduğunca çok yasa sıkıştırmayı ve anayasayı bir yasa kitabına dönüştürmeyi hedefliyorlar. Ne var ki anayasa bir yasa kitabı değildir. Anayasa temel yasadır ve yalnızca temel yasadır. Anayasa, gelecekteki yasa yapıcı organların gündelik yasama faaliyetlerini dışlamaz, tersine bunu şart koşar; Anayasa bu organların gelecekteki yasama faaliyetleri için hukuksal temeli sunar. O nedenle, anayasayla doğrudan ilişki içinde olmayan bu tür değişiklik ve tamamlama önerileri benim düşünceme göre, ülkenin gelecekteki yasama organlarına iletilmelidir.
İkinci kategoriye, anayasaya tarihsel karakterde unsurları, ya da Sovyet iktidarının henüz ulaşmadığı, gelecekte ulaşacağı şeyler üzerine yapılan deklarasyon unsurları sokmaya çalışan değişiklik ve tamamlama önerileri girer. Anayasada Parti, işçi sınıfı ve bütün emekçilerin, sosyalizmin zaferi için mücadelede, uzun yıllar boyunca hangi zorlukların üstesinden geldikleri yer almalıdır; anayasada Sovyet hareketinin nihai hedefine, yani kusursuz komünist toplumu kurma hedefine işaret edilmelidir —çeşitli varyasyonlarda durmadan tekrarlanan bu değişiklik önerilerinin konulan bunlardır. Anayasayla doğrudan ilgili bulunmayan bu değişiklik ve tamamlama önerilerinin de dikkate alınmaması gerektiğine inanıyorum. Anayasa, elde edilmiş ve güvence altına alınmış kazanımların tescil edilmesi ve yasalarla pekiştirilmesidir. Anayasanın bu temel niteliğini bozmak istemiyorsak, onu, geçmişe dönük tarihsel saptamalar ya da Sovyetler Birliği emekçilerinin gelecek kazanımlarına ilişkin deklarasyonlarla doldurmamalıyız. Bunu yapmak için ülkemizde başka yollar başka belgeler var.
Son olarak üçüncü kategoriye anayasa taslağıyla doğrudan ilgili değişiklik ve tamamlama önerileri giriyor. Bu kategoride yeralan değişiklik önerilerinin önemli bir bölümü redaksiyonel niteliktedir. O nedenle bunlar, Kongre tarafından kurulacağına inandığım ve yeni anayasa metnine son biçimi verecek şimdiki kongrenin redaksiyon komisyonuna iletilmelidir.
Üçüncü kategoriye dahil olan diğer değişiklik önerilerine gelince, bunlar önemlidir, o nedenle de, benim düşünceme göre bir kaç söz söylenmelidir.
1) Öncelikle anayasa taslağının birinci maddesine ilişkin değişiklik önerilerine bakalım. Bu noktaya ilişkin dört öneri var. Bir kısmı, “işçi köylü devleti” sözcükleri yerine “emekçiler devleti” denmesini öneriyor. Bir kısmı, “İşçi köylü devleti” sözcüklerine ek olarak “ve emekçi aydınlar”, sözcüklerine yer verilmesini öneriyor. Üçüncüler ise, “işçi köylü devleti” yerine “Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bütün ırk ve milliyetlerin devleti” denmesini öneriyor. Dördüncüler de “köylü” sözcüğünün yerine “kollektif köylü” ya da “sosyalist tarım emekçileri” sözcüklerinin konmasını öneriyor.
Bu değişiklik önerileri kabul edilebilir mi? Bana göre edilemez.
Anayasa taslağının birinci maddesi neden sözetmektedir? Bu madde Sovyet toplumunun sınıfsal bileşiminden sözeder. Biz Marksistler, anayasada toplumumuzun sınıfsal bileşimi sorununa değinmeden geçebilir miyiz? Hayır. Bunu yapamayız. Bilindiği gibi, Sovyet toplumu işçi sınıfı ve köylüler olmak üzere iki sınıftan oluşmaktadır. Anayasa taslağının birinci maddesi, işte tam da bundan sözeder. Demek ki anayasa taslağının birinci maddesi, toplumumuzun sınıfsal bileşimini doğru ifade etmektedir. Şu sorulabilir: Ya emekçi aydınlar? Aydınlar, hiç bir zaman sınıf olmadı, olamaz; aydınlar toplumun çeşitli sınıflarından oluşan bir ara tabakadır ve öyle kalacaktır. Eski dönemlerde aydınlar soylular, burjuvazi, kısmen köylülük ve son derece düşük oranda işçilerden gelmekteydi. Artık bizim dönemimizde, Sovyet döneminde, aydınları esas itibariyle, işçi sınıfı ve köylüler oluşturmaktadır. Fakat hangi sınıflardan oluşursa oluşsun, hangi nitelikte olursa olsun, bir sınıf değil ara tabakadır.
Bu durum emekçi aydınların haklarını kısıtlamaz mı? En ufak biçimde bile kısıtlamaz! Anayasa taslağının birinci maddesi, Sovyet toplumunun çeşitli kesimlerinin haklarından değil, bu toplumun sınıfsal bileşiminden sözetmektedir. Sovyet toplumunun çeşitli kesimlerinin bu arada da emekçi aydınların haklarından, esas olarak taslağın onuncu ve onbirinci bölümlerinde sözedilmektedir. Bu bölümlerde işçiler, köylüler ve emekçi aydınların, ülkenin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel yaşamın bütün alanlarında tamamen eşit oldukları açıklanmaktadır. Demek ki emekçi aydınların haklarının kısıtlanmasından sözedilemez.
Aynı şeyler, Sovyetler Birliği’ne dahil olan ulus ve ırklar için de söylenebilir. Anayasa taslağının ikinci bölümünde, Sovyetler Birliği’nin eşit uluslardan oluşan bir birlik olduğu ifade edilmiştir. Bu formülü, Sovyet toplumunun ulusal bileşimini değil, sınıfsal bileşimini ele alan anayasa taslağının birinci maddesinde tekrarlamak gerekli midir? Bunun gerekli olmadığı açık. Sovyetler Birliği’ne dahil olan ulus ve ırkların haklarına gelince, bu konuya ilişkin anayasa taslağının ikinci, onuncu ve onbirinci bölümlerinde sözedilmektedir. Bu bölümlerde Sovyetler Birliği ulus ve ırklarının, ülkenin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel yaşamının bütün alanlarında aynı haklara sahip oldukları açıklanmaktadır. Demek ki ulusal hakların kısıtlanmasından sözedilemez.
Aynı şekilde, “köylü” sözcüğünün “kollektif köylü”, ya da “sosyalist tarımın emekçileri” sözcüğüyle değiştirilmesi de yanlış olurdu. Birincisi, köylüler arasında kollektif köylülerin dışında daha bir milyondan fazla kollektif olmayan köylü çiftlikleri bulunuyor. Onlara ne olacaktır? Bu değişiklik önerisini yapanlar bu köylüleri tamamen dikkate almamayı mı düşünüyorlar: Bu hiç de akıllıca bir iş olmazdı. İkincisi, köylülerin çoğunluğu Kollektif çiftlikler işletiyor olsa da, bunların köylü olmaktan, bireysel çiftlik sahibi olmaktan, kendi çiftliğine sahip olmaktan vazgeçtiği anlamına gelmez. Üçüncüsü, bu durumda “işçiler” sözcüğünün de “sosyalist endüstrinin emekçileri” sözcükleriyle değiştirilmesi gerekir ki, bu öneriyi yapanlar herhangi bir nedenden ötürü bunu önermemişlerdir. Son olarak, ülkemizde işçi sınıfıyla köylüler sınıfı ortadan mı kalktı acaba? Eğer bu sınıflar yokolmadılarsa neden bu kavramlar sözcük hazinesinden siliniyor? Bu öneriyi yapanlar belli ki, şimdiki anı değil, sınıfların olmayacağı, işçi ve köylülerin, birleşik komünist toplumun emekçilerine dönüşeceği gelecekteki toplumu gözönüne aldılar. Öneri sahiplerinin çok önden gittikleri açıktır. Ne var ki anayasa kaleme alınırken gelecekten değil, şimdiki zamandan, şimdi var olandan hareket edilmelidir. Anayasa önden gidemez, gitmemelidir.
2) Anayasa taslağının 17. maddesine ilişkin bir değişiklik önerisi. Öneri, Birlik Cumhuriyetlerinin, Sovyetler Birliği’nden gönüllü ayrılması, hakkının korunmasından sözeden 17. maddenin tamamen çıkarılması yolundadır. Bu önerinin doğru olmadığına ve Kongre tarafından kabul edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Sovyetler Birliği, eşit haklara sahip Birlik cumhuriyetlerinin oluşturduğu gönüllü bir birliktir. Anayasadan, bu cumhuriyetlerin Birlikten gönüllü ayrılma haklarıyla ilgili 17. maddenin çıkarılması, bu birliğin gönüllülük karakterini zedeleyecektir. Bu adımı atabilir miyiz? Bu adımı atmayacağımıza, atmamamız gerektiğine inanıyorum. Sovyetler Birliği’nde, Birlik’ten ayrılmak isteyen tek bir cumhuriyet bile olmadığı, o nedenle 17. maddenin pratikte bir anlamı bulunmadığı söyleniyor. Bizde, Sovyetler Birliği’nden ayrılmak isteyen tek bir cumhuriyetin bile bulunmaması tabii ki doğrudur. Fakat bu durum, cumhuriyetlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılma haklarını anayasada güvence altına almamamız anlamına gelmez. Sovyetler Birliği’nde bir başka Birlik cumhuriyetini ezmek isteyen tek bir cumhuriyet bile yok. Ama bu durum, SSCB anayasasında Birlik cumhuriyetlerinin eşitliğiyle ilgili maddenin çıkarılması anlamına gelmez.
3) Bir başka öneri de, anayasa taslağının ikinci bölümüne yeni bir madde eklemeyi gündeme getiriyor. Bu öneriye göre, özerk Sosyalist sovyet cumhuriyetlerinin ekonomik ve kültürel gelişimleri belli bir seviyeye ulaştıktan sonra, sosyalist birliğin Sovyet cumhuriyetlerine dönüştürülmeleri sözkonusudur. Bu öneri kabul edilebilir mi? Ben kabul edilemeyeceğine inanıyorum. Bu öneri sadece içerik itibariyle değil, nedenleri itibariyle de doğru değildir. Özerk cumhuriyetlerin Birlik cumhuriyetleri kategorisine geçirilmesini ekonomik ve kültürel gelişmişlikleriyle gerekçelendirmek aynı şekilde şu ya da bu cumhuriyetin özerk cumhuriyetler kategorisinde kalışını ekonomik ve kültürel geriliğiyle gerekçelendirmek olanaksızdır. Sorunun bu biçimde ele alınışı, Marksist-Leninist ele alış değildir. Örneğin Tatar Cumhuriyeti özerk cumhuriyet olarak kalıyor Kazak Cumhuriyeti ise Birlik cumhuriyeti oluyor, fakat bu, Kazak Cumhuriyeti’nin Tatar Cumhuriyeti’nden ekonomik ve kültürel açıdan daha gelişmiş olduğu anlamına gelmiyor. Aslında durum tam tersidir. Aynı şey Volga Almanları Özerk Cumhuriyeti ile Kırgız Birlik Cumhuriyeti için de söylenebilir. Volga Almanları, kültürel ve ekonomik açıdan özerk cumhuriyet olmalarına rağmen, Kırgızlardan daha gelişkindir.
Özerk cumhuriyetlerin Birlik cumhuriyetleri kategorisine sokulmasını belirleyen nedir?
Üç nokta belirleyici olmaktadır.
Birinci olarak, cumhuriyetin, Sovyetler Birliği topraklarıyla çevrelenmemiş olan bir kenar cumhuriyet olması gerekmektedir. Neden? Çünkü Birlik cumhuriyeti haline gelmiş cumhuriyetin, eğer Birlikten ayrılma hakkı korunacaksa, Sovyetler Birliği’nden ayrılma sorununu ortaya atmak için mantıki ve gerçek olanaklara sahip olması gerekmektedir. Fakat bu sorunu sadece, diyelim ki herhangi bir yabancı ülkeye sınır veren, böylece dört bir yanı Sovyetler Birliği topraklarıyla çevrelenmemiş bir cumhuriyet tarafından ortaya atılabilir. Elbette bizde Sovyetler Birliği’nden ayrılma sorununu gerçekten gündeme getirecek tek cumhuriyet bile yok.
Fakat Birlik cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği’nden ayrılma hakları saklı kalacağına göre, mesele öyle düzenlenmelidir ki bu hak anlamsız ve boş bir kağıt parçası haline gelmesin. Örneğin Başkır ya da Tatar Cumhuriyetleri’ni ele alalım. Bu özerk cumhuriyetlerin Birlik cumhuriyetleri kategorisine alındığını varsayalım. Bu cumhuriyetler Sovyetler Birliği’nden ayrılma sorununu mantıki ve gerçek biçimde gündeme getirebilirler mi? Hayır getiremezler? Neden?’ Çünkü dört tarafları Sovyet Cumhuriyetleri ve Sovyet bölgeleriyle çevrelenmiştir, çünkü Sovyetler Birliği’nden hiç bir yere ayrılamazlar. (Gülüşmeler, alkışlar.) O nedenle bu tür Cumhuriyetlerin Birlik Cumhuriyeti kategorisine alınması yanlıştır.
İkinci olarak, Sovyet Cumhuriyetine adını veren milliyetin o Cumhuriyette az çok bütünlüklü bir çoğunluk oluşturması gerekir. Örneğin Kırım Özerk Cumhuriyetini ele alalım. Kırım bir kenar cumhuriyettir, ama bu Cumhuriyette Kırım Tatarları çoğunluğu oluşturmazlar, tam tersine azınlıktadırlar. O nedenle, Kırım Cumhuriyetini Birlik cumhuriyetleri kategorisine almak yanlış ve mantıksız olurdu.
Üçüncü olarak, cumhuriyetin nüfus bakımından çok küçük olmaması, diyelim ki bir milyondan az nüfusa sahip olmaması gerekir. Neden? Çünkü çok az bir nüfusa ve önemsiz bir orduya sahip olan küçük bir Sovyet Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdüremez. Emperyalist haydutların bu cumhuriyeti anında ele geçireceklerinden kuşku duymamak gerekiyor.
Bu günkü tarihsel anda bu üç nesnel özellik olmaksızın şu ya da bu Özerk Cumhuriyetin Birlik Cumhuriyetleri kategorisine alınması sorununu gündeme getirmenin doğru olmayacağına inanıyorum.
4) Bundan başka, madde 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28 ve 29’da Birlik cumhuriyetlerinin bölge ve topraklarının ayrıntılı biçimde açıklanmasının çıkarılması önerilmektedir. Bu önerinin de kabul edilemez olduğuna inanıyorum. Sovyetler Birliği’nde, büyük bir gayret ve yorulmazlıkla bölge ve alanları ikide bir yeniden dağıtmaya ve böylece çalışmaya karışıklık ve güvensizlik taşımaya eğilim gösteren insanlar var. Anayasa taslağı bu kişileri dizginleyecektir. Bu da çok iyidir, çünkü burada da başka alanlarda olduğu gibi, güven, istikrar ve açıklık atmosferine ihtiyaç duyulmaktadır.
5) Beşinci değişiklik önerisi 33. maddeyle ilgilidir. İki meclis oluşturulması gereksiz bulunuyor ve Milliyetler Sovyetinin kaldırılması öneriliyor. Bu önerinin de yanlış olduğuna inanıyorum. Eğer Sovyetler Birliği bir ulusal devlet olsaydı tek meclisli sistem iki meclisli sistemden daha iyi olurdu. Ne var ki Sovyetler Birliği bütünlüklü bir ulusal devlet değildir. Sovyetler Birliği bilindiği gibi, çok uluslu bir devlettir. Milliyetlerinden bağımsız olarak Sovyetler Birliği’nin bütün emekçilerinin ortak çıkarlarını savunan en yüksek bir organa sahibiz. Bu Birlik Sovyetidir. Fakat Sovyetler Birliği milliyetleri, ortak çıkarların dışında, ulusal özelliklerinden kaynaklanan özel, özgül çıkarlara sahiptirler. Bu özgül çıkarları dikkate almamak mümkün mü? Hayır mümkün değil. Bu özgül çıkarları ifade edecek özgül bir yüksek organa ihtiyaç var mı? Kesinlikle evet. Böyle bir organ olmaksızın Sovyetler Birliği gibi bir çokuluslu devleti yönetmenin olanaksız olacağından kimse kuşku duymasın. İşte bu organ, ikinci meclis, SSCB Milliyetleri Sovyeti’dir.
Avrupa ve Amerika devletlerinin parlamenter tarihlerine dayanılıyor, bu ülkelerde iki meclisli sistemin olumsuzluklara yolaçmasına, ikinci meclisin genel olarak gericiliğin odağı olmasına ilerleme önünde köstek haline gelmesine dayanılıyor. Bütün bunlar doğru. Fakat böyle olmasının nedeni bu ülkelerde meclisler arasında eşitlik olmamasıdır. Bilindiği gibi, ikinci meclislere birinci meclislerden daha çok haklar tanınmakta, ayrıca ikinci meclisler genelde demokratik olmayan yollardan, çoğu kez üyelerinin yukarıdan saptanması yoluyla örgütlenmektedir. İki meclisin de eşit haklara sahip olması ve demokratik biçimde örgütlenmesi halinde bu tür olumsuzlukların olmayacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
6) Bunun dışında, Anayasa taslağına iki mecliste de üye sayısının eşit olmasını talep eden bir tamamlama önerilmektedir. Bu önerinin kabul edilebileceğine inanıyorum. Benim düşünceme göre, meclislerin eşitliğini vurguladığı için açık politik yararları olacaktır.
7) Anayasa taslağına önerilen bir ek de Milliyetler Sovyeti ve Birlik Sovyeti milletvekillerini doğrudan seçimlerle seçmektir. Bu önerinin de kabul edilebileceğine inanıyorum. Elbette seçimler esnasında bazı teknik rahatsızlıklar yaşanacaktır. Fakat bu Milliyetler Sovyeti’nin otoritesini yükselteceği için büyük politik fayda sağlayacaktır.
8) Ayrıca 40. maddeye de en Yüksek Sovyet Başkanlığı’na geçici yasalar çıkarma hakkı tanımayı öngören bir ek önerilmektedir: Bu önerinin yanlış olduğuna ve Kongre tarafından kabul edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Yasama faaliyetiyle tek bir organın değil, bir dizi organın ilgili olmasına nihayet son verilmelidir. Böyle bir durum, yasaların istikrarı ilkesine aykırıdır. Oysa şimdi yasaların istikrarlılığına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. SSCB’ de yasama erki sadece bir organ tarafından, SSCB Yüksek Sovyeti tarafından kullanılmalıdır.
9) Devamla, Anayasa taslağının 48. maddesine SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı başkanının SSCB Yüksek Sovyeti tarafından değil, halk tarafından seçilmesi gerektiği yönünde ek yapılması önerilmektedir. Bu ek önerisinin doğru olmadığını düşünüyorum, çünkü anayasamızın ruhuna uymuyor. Anayasadaki sistemimize göre, Yüksek Sovyet gibi halk tarafından seçilen ve Yüksek Sovyete karşı durabilecek tek bir başkan olmamalıdır. SSCB’de başkan bir heyettir —bu, halk tarafından değil Yüksek Sovyet tarafından seçilen ve ona karşı sorumlu olan başkanı dahil olmak üzere Yüksek, Sovyet Başkanlığı’dır. Tarihsel deneyler, yüksek organların bu biçimde inşa edilmesinin en demokratik biçim olduğu ve ülkeyi istemeyen rastlantılardan koruduğunu göstermiştir.
10) 48. maddeye ilişkin bir başka değişiklik önerisi de şöyle: SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı başkan vekilleri onbire çıkarılmalı, böylece her Birlik cumhuriyeti temsil edilmelidir. Bu değişiklik önerisinin kabul edilebileceğini düşünüyorum, çünkü bu düzeltme anlamına gelmektedir ve SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlığı’nın otoritesini yalnızca pekiştirebilir.
11) 77. maddeye ilişkin de bir değişiklik önerisi var. Yeni bir Birlik Halk Komiserliği, Savunma Endüstrisi Halk Komiserliği kurulması önerilmektedir. Bu değişiklik önerisinin de kabul edilebileceğini düşünüyorum, (Alkışlar) çünkü savunma endüstrimizi ayrı bir elde toplama ve ayrı bir halk komiserliği kurma zamanının geldiğine inanıyorum. (Alkışlar). Bana öyle geliyor ki, bu ü1kemizin savunma sorununu sadece iyileştirecektir.
12) Anayasa taslağının 124. maddesinin dinsel ibadetin yasaklanması yönünde değiştirilmesi önerilmektedir. Bu değişiklik önerisi anayasamızın ruhuna uygun düşmediği için reddedilmelidir.
13) Son olarak, az çok özsel bir karaktere sahip önemli bir değişiklik önerisi daha. Anayasa taslağının 135. maddesinin değiştirilmesi önerisinden sözediyorum. Bu öneriye göre, din adamları, eski beyaz muhafızlar, bütün “eskiler” ve genel çıkarlara hizmet etmeyen herkes oy hakkından mahrum bırakılmalı, ya da, en azından sadece seçme hakkı verilmelidir. Bu önerinin de reddedilmesi gerektiğine inanıyorum. Sovyet iktidarı, emekçi olmayanların ve sömürücü unsurların elinden seçme seçilme hakkını sonsuza kadar değil, geçici bir süre için, belli bir dönem için almıştır. Bu unsurların halka karşı açık savaş yürüttükleri ve Sovyet yasalarına karşı geldikleri bir zaman olmuştur. Bu unsurlara seçme ve seçilme hakkını vermeyen Sovyet yasası, Sovyet iktidarının bu direnişe verdiği yanıttı. O zamandan bu yana az zaman geçmedi. Geçen dönem içinde sömürücü sınıfların ortadan kaldırılmasını başardık, Sovyet iktidarı ise yenilmez bir güç haline geldi. Bu yasayı düzeltmenin zamanı gelmedi mi? Ben, geldiğine inanıyorum. Ülkenin en yüksek organına eski beyaz muhafızlar, Kulaklar, papazlar gibilerinin sızabileceğinden bunun tehlikeli olduğu söyleniyor. Bundan neden korkulsun? Kurttan korkan ormana girmez. (Salonda gülüşmeler, coşkun alkışlar.) Birincisi, bütün eski Kulaklar, beyaz muhafızlar ya da papazlar Sovyet iktidarının düşmanı değiller. İkincisi, eğer herhangi bir yerde halk, düşmanca düşünceler içinde olan birini seçiyorsa bu, ajitasyon çalışmalarımızın son derece kötü olduğunu ve aslında böyle bir rezaleti hak ettiğimizi gösterir; ama ajitasyon çalışmamız Bolşevik tarzda yürütüldüğünde halk düşmanca düşünceler içerisinde olanları en yüksek organlarına seçmeyecektir. Yani ağlamak değil, çalışmak gerekiyor (Coşkun Alkışlar), her şeyin tastamam bir halde, idari kararlarla takdim edilmesini beklemeden çalışmak gerekiyor. Lenin, daha 1919 yılında, Sovyet iktidarının, sınırsız seçme ve seçilme hakkını uygulayacağı zamanın çok uzakta olmadığını söylemişti. Dikkat edin: Hiç bir sınırlama olmaksızın Lenin bu sözleri yabancı askeri müdahalenin henüz tasfiye edilmediği ve tarımla endüstrimizin son derece umutsuz bir durumda olduğu bir dönemde söylüyordu. O zamandan bu yana 17 yıl geçti. Lenin yoldaşın talimatını uygulama zamanı gelmedi mi yoldaşlar? Ben zamanın geldiğine inanıyorum.
Lenin 1919’da “RKP(B) Program Taslağı”nda şöyle diyordu: Okumama izin verin:
“RKP, geçici tarihsel zorunlulukların yanlış biçimde genelleştirilmesine engel olmak için; emekçi kitlelere, Sovyet Cumhuriyetinde bir kısım yurttaşların elinden seçme ve seçilme hakkının alınmasının, burjuva demokratik cumhuriyetlerin çoğunda olduğu gibi, belli bir yurttaş kategorisinin hayat boyu bu haktan mahrum kalması anlamına gelmediğini, bunun sadece sömürücülere, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin temel yasalarına karşı inatla sömürücü konumlarını koruma ve kapitalist ilişkileri ayakta tutmaya çalışanlara yönelik olduğunu açıklamaktadır. Sosyalizmin günden güne sağlamlaştığı ve nesnel olarak sömürücü konumda kalma ya da kapitalist ilişkileri koruma olanağına sahip olanların sayısında azalmanın olduğu her günle birlikte, Sovyet Cumhuriyeti’nde ellerinden seçme ve seçilme hakkı alınmış olanların yüzde oranı da azalmaktadır. Bu oran şimdi Rusya’da ancak yüzde iki-üçtür. Öte yandan ise, çok yakın bir gelecekte, dış saldırının sona ermesi ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin tamamlanması, belli koşullar altında, proleter devletin sömürücülerin direnişini ezmek için başka araçlar seçebileceği ve genel seçme ve seçilme hakkını sınırsız biçimde* uygulayacağı bir durum yaratacaktır.” (Lenin, RKP(B) Program Taslağı,Cilt XXIV, s. 94, Rusça).

Anlaşılmıştır sanırım. SSCB anayasa Taslağında değişiklik ve düzeltme önerilerinin durumu budur.

VI

SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ YENİ ANAYASASI’NIN ÖNEMİ
Halkın bütününün katıldığı yaklaşık beş ay süren tartışmaların sonucuna göre bir değerlendirme yapılacak olursa, anayasa taslağının bu Kongre tarafından onaylanacağı anlaşılmaktadır. (Tezahürata dönüşen coşkun alkışlar. Herkes ayağa kalkmış durumda.)
Bir kaç gün içinde Sovyetler Birliği, tam gelişmiş sosyalist demokratizm temelinde yeni, sosyalist bir anayasaya sahip olacaktır.
Bu, basit ve kısa bir biçimde, neredeyse protokol üslubuyla yazılmış, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin zaferinden, Sovyetler Birliği emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtuluşu gerçeğinden, Sovyetler Birliği’nde tam gelişmiş ve kararlı demokratizmin zaferinden sözeden tarihsel bir belge olacaktır.
Bu, kapitalist ülkelerde milyonlarca dürüst insanın düşlediği ve düşlemeye devam ettiği şeylerin Sovyetler Birliği’nde artık, gerçekleştiğini kanıtlayan bir belge olacaktır. (Coşkun alkışlar).
Bu, Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirilmiş olanların, başka ülkelerde de gerçekleştirilebileceğini kanıtlayan bir belge olacaktır. (Coşkun alkışlar).
Fakat buradan SSCB yeni anayasasına verilen uluslararası önemin hiç de abartılmadığı, sonucu çıkmaktadır.
Şimdi, faşizmin karanlık dalgasının sosyalist işçi sınıfı hareketini kirlettiği, medeni dünyanın en iyilerinin demokratik çabalarını pisliğe bulaştırdığı bugün, SSCB yeni anayasası faşizme karşı bir iddianame olacak ve sosyalizm ve demokrasinin yenilemeyeceğini kanıtlayacaktır. (Alkışlar). SSCB yeni anayasası, bugün, faşist barbarlığa karşı mücadele yürütenler için moral yardım ve gerçek bir dayanak olacaktır. (Coşkun alkışlar).
SSCB Anayasası SSCB halkları için ise daha büyük bir öneme sahiptir. Nasıl ki bu Anayasa kapitalist ülkelerin halkları için bir eylem programı anlamını taşıyacaksa, SSCB halkları için de mücadelelerinin sonucu, insanlığın kurtuluşu cephesinde elde ettikleri zaferlerin bir sonucu anlamını taşıyacaktır. Mücadelenin arkada bırakılmış yolu ve katlanılanların bir sonucu olarak zaferimizin meyvelerinden sözeden bir anayasaya sahip olmak hoş ve sevindiricidir. Yoldaşlarımızın ne için savaştıklarını ve evrensel boyutta tarihi öneme sahip zafere nasıl ulaştıklarını bilmek hoş ve sevindiricidir. Bizimkilerin çokça akan kanının boş yere akmadığını meyvelerini verdiğini bilmek hoş ve sevindiricidir. (Sürekli alkışlar). Bu, işçi sınıfımızı, köylülüğümüzü ve emekçi aydınlarımızı düşünsel olarak. donatmaktadır. Bu, haklı gurur duygusunu geliştirmekte ve hızlandırmaktadır.) Bu, kendi gücüne inancı sağlamlaştırmakta ve komünizmin yeni zaferleri için yeni mücadelelere seferber etmektedir. (Coşkun alkışlar, herkes ayağa kalkıyor. Salon hurra sesleriyle gürlüyor. “Yaşasın Stalin yoldaş!” sesleri yükseliyor her yerden. Kongre üyeleri ayakta “Enternasyonal”i söylüyorlar. “Enternasyonal”den sonra yeniden tezahürat başlıyor. “Hurra” “Yaşasın. önderimiz Stalin Yoldaş!” sesleri).

Kaynak: J.V. Stalin, Eserler, Cilt 14, Şubat 1934-Nisan 1945, SBKP(B) MK Marx-Engels-Lenin-Stalin Enstitüsü, İnter Yayınları, 1. Basım, Aralık 1993

Elektronik kopyası Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek-Londra Bürosu tarafından hazırlanmıştır.
Kasım 2007